bu asırda ve bu zamandaki İslâmiyet’in inhisafını bir asır evvel ihzar eden mukaddimatına bakarak وَدَاعِيًا اِلَى اللّٰهِ kelimesi yüz doksan bir (191) ederek Risale-i Nur’un bir hakiki ismi olan Bedîüzzaman’ın makam-ı cifrîsi bulunan yüz doksan bir (191) adedine tam tamına tevafukla îma eder ki Risale-i Nur dahi o inhisaf içinde bir “dâî-i ilallah”tır.

بِاِذْنِهٖ وَسِرَاجًا مُنٖيرًا (Hâşiye) ve yalnız سِرَاجًا مُنٖيرًا kelimesi ise tam tamına Risale-i Nur’un bir ismi olan “Siracünnur”a lafzen ve manen ve cifren tevafukla bakar. مُنٖيرًا daki “mim” “ye” النُّورِ daki şeddeli “nun”a mukabildir. Evet, İmam-ı Ali (ra) keramet-i gaybiyesinde, Risale-i Nur’a “Siracünnur” namını vermesi, bu âyetin bu fıkrasından mülhemdir denilebilir ve çekinmeyerek deriz.

وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنٖينَ بِاَنَّ لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ cümlesi (şedde sayılmak cihetiyle) makam-ı cifrîsiyle bin üç yüz elli dokuz (1359) tarihini göstermekle, bu asrımızın tam bulunduğumuz bu senesine bakarak ehl-i imana bir büyük ihsanı var diye mana-yı remziyle haber veriyor.

Biz bakıyoruz, bu zamanda en büyük ihsan, imanı kurtarmaktır. Ve görüyoruz, imanı hârika bürhanlarla kurtaran –başta– Risale-i Nur’dur. Demek bu zamana nisbeten bir “fazl-ı kebir” de odur.

______

gibi yalnız وَدَاعِيًا kelimesi de Risale-i Nur’un tercümanı olan Said ismine üç harf ile ittihat ve üç farkla tevafuk eder. Çünkü tenvin, elif ve vav mecmuu elli yedi “sin”den üç fark var.

Risale-i Nur talebelerinden

Küçük Abdurrahman Tahsin

Hâşiye: (Tenvinler elif sayılır) makamı (1330) edip Risale-i Nur’un fatihası olan İşaratü’l-İ’caz tefsirinin zuhur tarihine ve سِرَاجًا مُنِيرًا eğer birinci tenvin sayılsa (1380) ederek yirmi bir sene sonra Risale-i Nur, küre-i zemini ışıklandıracak bir sirac-ı münevver olacağına remzeder inşâallah.

Risale-i Nur talebelerinden

Tahsin