Öyle de Kur’an-ı Hakîm’in sadık bir hizmetkârı, ne kadar âdi olursa olsun Kur’an namına, en büyük insanlara emirlerini çekinmeyerek tebliğ eder ve en zengin ruhlu olanlara Kur’an’ın âlî elmaslarını yalvararak mütezellilane değil belki müftehirane ve müstağniyane satar. Onlar ne kadar büyük olursa olsun, o âdi hizmetkâra, vazife başında iken tekebbür edemezler. Ve o hizmetkâr dahi onların ona müracaatında, kendine medar-ı gurur bulamaz ve haddinden tecavüz etmez.

Eğer o hazine-i kudsiyenin müşterileri içinde bazıları, o bîçare hizmetkâra velayet nazarıyla baksalar ve büyük tanısalar; elbette hakikat-i Kur’aniyenin merhamet-i kudsiyesi şanındandır ki o hizmetkârını mahcup etmemek için hazine-i hâssa-i İlahiyeden, o hizmetkârın hiç haberi ve medhali olmadan, onlara meded versin ve himmet ederek feyizdar etsin.

İkinci Nokta: İmam-ı Rabbanî ve Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed-i Farukî (ra) demiş: “Hakaik-i imaniyeden bir tek meselenin inkişafı ve vuzuhu, benim indimde binler ezvak ve keramata müreccahtır. Hem bütün tarîkatların gayesi ve neticesi, hakaik-i imaniyenin inkişafı ve vuzuhudur.” Madem şöyle bir tarîkat kahramanı böyle hükmediyor; elbette hakaik-i imaniyeyi kemal-i vuzuh ile beyan