hiçbir cihetle bütün enva-ı kâinata muhalif olarak ve küçük kardeşleri olan sair taifelere zıt olarak kâinattaki nizama, küllî şerleriyle muhalefet edip nev-i beşerde şerrin hayra galebesine binler senede sebep olan o zakkumları yiyip hazmetmesi mümkün değil.

Bunun imkânı ancak ve ancak bu farz-ı muhal ile olabilir ki beşer bu âleme emanet-i kübra mertebesinde ve halife-i rûy-i zemin makamında sair enva-ı kâinata büyük ve mükerrem bir kardeş olduğu halde en edna, en berbat, en perişan, en muzır ve ehemmiyetsiz, hırsızcasına ve dolayısıyla bu kâinat içine girmiş, karıştırmış. Bu farz-ı muhal, hiçbir cihetle kabul olunamaz.

Bu hakikat için elbette bu yarım bürhanımız netice veriyor ki âhirette cennet ve cehennemin zarurî vücudları gibi hayır ve hak din istikbalde mutlak galebe edecektir. Tâ ki nev-i beşerde dahi sair neviler gibi hayır ve fazilet galib-i mutlak olacak. Tâ beşer de sair kâinattaki kardeşlerine müsavi olabilsin ve sırr-ı hikmet-i ezeliye nev-i beşerde dahi takarrur etti, denilebilsin.

Elhasıl: Madem mezkûr kat’î hakikatlerle bu kâinatta en müntehab netice ve Hâlık’ın