Evet ehl-i tarîkat ve ehl-i hakikat, Kur’an-ı Hakîm’in

كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِ ۞

اِنَّكَ مَيِّتٌ وَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَ

gibi âyetlerinden aldığı dersle, rabıta-i mevti sülûklarında esas tutmuşlar; tûl-i emelin menşei olan tevehhüm-ü ebediyeti o rabıta ile izale etmişler. Onlar farazî ve hayalî bir surette kendilerini ölmüş tasavvur ve tahayyül edip ve yıkanıyor, kabre konuyor farz edip; düşüne düşüne nefs-i emmare o tahayyül ve tasavvurdan müteessir olup uzun emellerinden bir derece vazgeçer. Bu rabıtanın fevaidi pek çoktur. Hadîste

اَكْثِرُوا ذِكْرَ هَادِمِ اللَّذَّاتِ –اَوْ كَمَا قَالَ–

yani “Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz!” diye bu rabıtayı ders veriyor.

Fakat mesleğimiz tarîkat olmadığı belki hakikat olduğu için bu rabıtayı ehl-i tarîkat gibi farazî ve hayalî suretinde yapmaya mecbur değiliz. Hem meslek-i hakikate uygun gelmiyor. Belki âkıbeti düşünmek suretinde, müstakbeli zaman-ı hazıra getirmek değil belki hakikat