اِذَا السَّمَٓاءُ انْشَقَّتْ ۞ اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ ۞ اِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْ

gibi âyetlere mâsadak olacaktır ve insan-ı kebir denilen koca kâinat, şu boşluğu sekeratının bağırtılarıyla dolduracaktır.

İkinci Nokta: Harabiyet-i âlemin vukua geleceğidir. Evet bütün semavî dinler, âlemin harap olacağında müttefiktirler. Hem her bir fıtrat-ı selime, âlemin öleceğine şehadet eder. Ve kâinatta gözle görünen şu kadar nev’î, ferdî, yevmî, şehrî, senevî tagayyürat, tahavvülat, inkılabların yalnız işaretleriyle değil, sarahatleriyle, kıyametin geleceği sabittir. Eğer bu icmal ile kanaat hasıl edemediysen bir parça izahat verelim.

Arkadaş! Kâinat dediğimiz şu apartman-ı İlahî öyle ulvi, yüksek, derin, ince nizamlara tabi ve öyle acib garib rabıtalara bağlıdır ki eğer bir duvarı veya bir taşı “Yerinden çık!” emrine hedef olsa derhal âlem, ölüm hastalığına düşer, sekerata başlar; yıldızlar arasında müsademeler, ecram arasında muharebeler vukua gelir. Şu gayr-ı mütenahî boşluk; pek şiddetli sayhalar, pek dehşetli sâıkalar, pek korkunç sesler, sadâlar, gürültüler ve gümbürtülerle dolar. Evet insan-ı kebirin ölümü, küçük bir ölüm değildir. Sekerata başladığı zaman, milyarlarca kürelerin çarpışmasından husule gelen fırtınanın ne tasavvuru ve ne tarifi ve ne de görülmesi imkân dairesinde değildir.

İşte bu şiddetli ölüm ile hilkat bayılır, kâinat yayılır, hilkatin yağı ayranı birbirinden ayrılır. Cehennem maddesiyle, aşiretiyle bir tarafa çekilir; cennet de letafetiyle, lezaiziyle ve bütün güzel unsurlarıyla tecelli ve incilâ eder.

Sual: Kâinat ilk yaratılışında ebede elverişli olarak sabit bir şekilde yaratılsaydı böyle tagayyüratlı, inkılablı, mâil-i inhidam bir surette yaratılıp bilâhare tahripten sonra ebediyete kabil, metin bir şekilde yapılmasından daha iyi ve daha kısa olmaz mıydı?

Cevap: Vaktâ ki Cenab-ı Hak, hikmet-i ezeliye ile inayet-i ezeliyenin iktizasınca, insanların kabiliyetlerinin tezahürünü ve istidatlarının neşv ü nemasını irade etmekle, nev-i beşeri imtihan ve tecrübeye tabi tuttu, zararları menfaatlere kattı, şerleri hayırların içine attı, güzellikleri çirkinliklerle cem’etti; hepsini birbirine karıştırarak kâinatın hamuru ile beraber yaratılış teknesinde yoğurduktan sonra kâinatı tagayyür, tebeddül, tekâmül kanunlarına tabi tuttu.