فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ

Arkadaş! اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ تَفْعَلُوا cümlesi, onların aleyhine bir kıyas-ı istisnaîyi tazammun etmiştir. O kıyasın suret-i teşekkülü: “Eğer sadık olsaydınız yapacaktınız lâkin yapamadınız, öyle ise sadık değilsiniz.” Fakat Kur’an-ı Kerîm, mukaddime-i istisnaiye yerinde yani “Lâkin yapamadığınız”a bedel فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا ... الج cümlesini, şekki ifade eden اِنْ ile söylemiştir. Bunun esbabı ise onların “Yapacağız.” diye ettikleri zannı bir derece okşamak içindir. Ve keza o kıyasın neticesi olan “Sadık değilsiniz.” yerine de o neticenin üçüncü derecede lâzımının illeti olan فَاتَّقُوا النَّارَ söylemiştir. Takdir-i kelâm: “Eğer sadık olsaydınız yapacaktınız, lâkin yapamadınız. Öyle ise sadık değilsiniz. Öyle ise hasmınız olan Resul-ü Ekrem sadıktır. Öyle ise Kur’an mu’cizdir. Öyle ise iman ve tasdikiniz lâzımdır ki ateşe düşmeyesiniz.”

فَاتَّقُوا النَّارَ : Bu emr-i İlahî, onlara yapılan tehditleri dehşetlendiriyor.

اِنْ لَمْ تَفْعَلُوا cümlesindeki تَفْعَلُوا kelimesi, fiil-i muzaridir. Bu fiil zaman-ı hal ile istikbal arasında müşterektir. Huruf-u şartiyeden olan اِنْ zaman-ı halden istikbal dağlarına atıyor. Huruf-u câzimeden olan لَمْ istikbalden mazi derelerine fırlatıyor. Zavallı تَفْعَلُوا her iki edatın ellerinde top gibi oyuncak olmuştur. Bu edatların bu vaziyetleri zihinleri hem maziye hem istikbale gönderiyor ki maziyi süslendiren beliğ hitabeleri, altın ile yazılan muallakatları, Kur’an’ın yakınına bile gelemediklerini görsünler. O sahifeyi gördükten sonra, istikbal sahifesini de ona kıyas etsinler.