İşte o fâsıklar, bu gibi şeylerin arasında şer’an ve tekvinen tesis edilen muvasala hattını kesiyorlar. Mesela, akılları marifetullaha, zekâları ilme küs olduğu gibi; akrabalara ve mü’minlere dahi dargın olup gidip gelmiyorlar.

وَيُفْسِدُونَ فِى الْاَرْضِ : Evet fıskla bozulan bir adam, bataklığa düşüp çıkamayan bir şahıs gibi çokların da o bataklığa düşmelerini istiyor ki maruz kaldığı o dehşetli halet, bir parça hafif olsun. Çünkü musibet umumî olursa hafif olur.

Ve keza bir şahsın kalbinde bir ihtilal, bir fenalık hissi uyanırsa; yüksek hissiyatı, kemalâtı sukut etmeye başlar; kalbinde tahribata, fenalığa bir meyil, bir zevk peyda olur. Yavaş yavaş o meyil kalbinde büyür; sonra o şahıs bütün lezzetini, zevkini tahribatta, fenalıkta bulur. İşte o vakit o şahıs, tam manasıyla arzda yırtıcı bir hayvan, ihtilali çıkarıp büyüten bir bela, fesadı durmayıp karıştıran bir âfet kesilir.

Sual: Bir fâsıkın fıskıyla arzın müteessir olması akıldan uzaktır?

Cevap: Mademki arzda nizam var, muvazene de olmalıdır. Hattâ nizam muvazeneye tabidir. Binaenaleyh bir makinenin dişleri arasına küçük bir şey düşerse makine müteessir olur, belki faaliyeti de durur. Veya faraza iki dağ bir teraziyle tartılır iken, terazi muvazi olduğu vakit bir gözüne bir ceviz ilâve edilirse muvazenesi bozulur. Dünyanın da manevî nizam makinesi böyledir. Mütemerrid bir fâsıkın fıskı, arzın muvazene-i maneviyesinin bozulmasına vesile olabilir.

اُولٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

اُولٰٓئِكَ üç şeyi ifade ediyor. Birisi ihzar, ikincisi mahsûsiyet, üçüncüsü uzaklıktır. Demek bu اُولٰٓئِكَ gaib olan o fâsıkları ihzar eder, mahsûs bir şekilde gösterir.

Sual: Onların ihzarını icab eden sebep nedir?