derdin en kudsî dermanı olan imanı ve iman-ı bi’l-kaderden, kazaya rıza ilacını imdadıma gönderdi, tam sabır içinde şükrettirdi.

***

Aziz ve sıddık ve hâlis kardeşlerim!

Rabb-i Rahîm’ime hadsiz şükür olsun ki sizin gibileri Risaletü’n-Nur’a sahip ve nâşir ve muhafız halk etmiş, benim gibi âciz bir bîçarenin zayıf omuzundaki ağır yükü çok hafifleştirmiş.

Kardeşlerim! Bu defa üç mektubunuzda birden üç Hulusi, üç Sabri, üç Hakkı gibi kıymettar dokuz kardeş gördüm. Hapiste, Abdurrahman’ın pederi yerinde benim elbiselerimi yamalayan Hakkı’nın ciddi ve hakikatli uhuvvetini ve talebeliğini, tahminimden daha ileri terakki ettiğini bildim, çok mesrur oldum.

Sabri kardeş! Beni saran ve bağlayan ağır kayıtlara ehemmiyet vermiyorsun. Halbuki buradaki evhamlı ehl-i dünya benim ile pek fazla meşgul ve alâkadardırlar. Hattâ, hattâ, hattâ… Her ne ise…

Hem benim hakkımda bin derece haddimden ziyade hüsn-ü zan ile kıymet ve makam vermek, yalnız Risale-i Nur namına ve onun hizmeti ve Kur’an elmaslarının dellâllığı hesabına kabul olabilir. Yoksa hiç-ender hiç olan şahsım itibarıyla kabule hakkım yok. Parlak ve çalışkan kalemiyle hem Risaletü’n-Nur’un hem bizim hatıralarımızda çok ehemmiyetli mevki tutan ve yerleşen Hâfız Tevfik’in yazdığı Âyetü’l-Kübra Risalesi’ni münasip gördüğünüz zamanda gönderirsiniz. Dokuz sene yazılarıyla mesrurane ünsiyet eden gözlerim, hasretle o yazıları görmek istiyor.

Kıymettar Hulusi ve Hakkı gibi kardeşlerim! Hakkı’nın dediği gibi Sabri’nin mektublarını aynen onların yerine kabul olmuş; o cihette Hulusi ile muhabere kesilmemiş, devam ediyor.

Hadsiz şükür ve hamd ü sena olsun ki Risaletü’n-Nur gittikçe parlak, hârikane fütuhat-ı imaniye yapar. Kendi kendine inşâallah her görenin kalbinde yerleşir, muannidleri susturur. Bir hıfz-ı gaybî altında düşmanları şaşırtmış, kör gözleri onu görmüyor. İzini bulamadığı halde, parlak faaliyetini müşahede ediyorlar. Bu vakit pek ziyade ihtiyat lâzım.

***