İşte ey nefs-i pür-heves! Şu misalin dürbünü ile hakikatin yüzüne bak. Amma o padişah ise ezel ebed Sultanı olan Rabb’in, Hâlık’ındır. Ve o çiftlikler, makineler, âletler, mizanlar ise senin daire-i hayatın içindeki mâmelekin ve o mâmelekin içindeki cisim, ruh ve kalbin ve onlar içindeki göz ve dil, akıl ve hayal gibi zahirî ve bâtınî hâsselerindir. Ve o yaver-i ekrem ise Resul-i Kerîm’dir. Ve o ferman-ı ahkem ise Kur’an-ı Hakîm’dir ki bahsinde bulunduğumuz ticaret-i azîmeyi, şu âyetle ilan ediyor:

اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ اَنْفُسَهُمْ

وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ

Ve o dalgalı muharebe meydanı ise şu fırtınalı dünya yüzüdür ki durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: “Madem her şey elimizden çıkacak, fâni olup kaybolacak. Acaba bâkiye tebdil edip ibka etmek çaresi yok mu?” deyip düşünürken birden semavî sadâ-yı Kur’an işitiliyor. Der: “Evet, var. Hem beş mertebe kârlı bir surette güzel ve rahat bir çaresi var.”

Sual: Nedir?

Elcevap: Emaneti, sahib-i hakikisine satmak.