Elhasıl: Hayat nasıl ki kâinatın yüzünde parlak bir sikke-i tevhiddir ve her bir zîruh dahi hayat noktasında bir sikke-i ehadiyettir ve hayatın her bir ferdinde bulunan nakş-ı sanat, bir mühr-ü samediyettir ve zîhayatların adedince bu kâinat mektubunu Zat-ı Hayy-ı Kayyum ve Vâhid-i Ehad namına hayatlarıyla imza ediyorlar ve o mektubda tevhid mühürleri ve ehadiyet hâtemleri ve samediyet sikkeleridirler. Öyle de hayat gibi, her bir zîhayat dahi bu kitab-ı kâinatta birer mühr-ü vahdaniyet olduğu gibi, her birinin yüzünde ve simasında birer hâtem-i ehadiyet konulmuştur.

Hem nasıl ki hayat, cüz’iyatı adedince ve zîhayat efradı sayısınca Zat-ı Hayy-ı Kayyum’un vahdetine şehadet eden imzalar ve mühürlerdir; öyle de ihya ve diriltmek fiili dahi efradı adedince tevhide imza basıyor. Mesela ihyanın bir ferdi olan ihya-yı arz, güneş gibi parlak bir şahid-i tevhiddir. Çünkü baharda zeminin dirilmesinde ve ihyasında üç yüz bin envaın ve her nev’in hadsiz efradı beraber, birbiri içinde, noksansız, kusursuz, mükemmel, muntazam ihya edilir ve dirilirler. Evet, böyle bir tek fiil ile hadsiz muntazam fiilleri yapan, elbette bütün mahlukatın Hâlık’ıdır ve bütün zîhayatları ihya eden Hayy-ı Kayyum’dur ve rububiyetinde iştiraki mümkün olmayan bir Vâhid-i Ehad’dir.

Şimdilik hayatın hâssalarından bu kadar az ve muhtasar yazıldı. Başka hâssaların beyanı ve tafsilatını Risale-i Nur’a ve başka zamana havale ediyoruz.