Öyle bir Allah ki vücub-u vücud ve vahdetine, şu kitab-ı kebir denilen âlem, bütün yazıları ve fasıllarıyla, sahifeleriyle, satırlarıyla, cümleleriyle, harfleriyle şehadet ettiği gibi; şu insan-ı kebir denilen kâinat da bütün azasıyla, cevarihiyle, hüceyratıyla, zerratıyla, evsafıyla, ahvaliyle delâlet eder.

Yani bu kâinat, ihtiva ettiği bütün envaıyla لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

ve o âlemlerin erkânıyla لَا خَالِقَ اِلَّا هُوَ

ve o erkânın azasıyla لَا صَانِعَ اِلَّا هُوَ

ve o azanın eczasıyla لَا مُدَبِّرَ اِلَّا هُوَ

ve o eczanın cüz’iyatıyla لَا مُرَبِّىَ اِلَّا هُوَ

ve o cüz’iyatın hüceyratıyla لَا مُتَصَرِّفَ اِلَّا هُوَ

ve o hüceyratın zerratıyla لَا خَالِقَ اِلَّا هُوَ

ve o zerratın tarlası olan esîriyle لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ

söyleyerek; bütün envaıyla, erkânıyla, azasıyla, eczasıyla, hüceyratıyla, zerratıyla, esîriyle (elli beş lisan ile) vücub-u vücud ve vahdetine şehadet ve delâlet eder. Şu lisanların tafsili gelecektir. Şimdi icmal ile zikredeceğim. Şöyle ki:

Kâinat terkiplerindeki intizam, cereyan-ı ahvaldeki nizam, suretlerdeki garabet, nakışlarındaki ziynet, yüksek hikmetler, eşyadaki muhalefet ve mümaselet, camidattaki muavenet, birbirinden uzak olan şeylerdeki tesanüd, hikmet-i âmme, inayet-i tamme, rahmet-i vâsia, rızk-ı âmm, hayatlar, tasarruf, tahvil, tağyir, tanzim, imkân, hudûs, ihtiyaç, zaaf, mevt, cehil, ibadet, tesbihat, daavat ve hâkeza pek çok sıfatlar lisanlarıyla Hâlık-ı Kadîm-i Kadîr’in vücub ve vücuduna ve evsaf-ı kemaliyesine şehadet ettikleri gibi; esma-i hüsnayı tilavet ederek Cenab-ı Hakk’a tesbih ve Kur’an-ı Hakîm’i tefsir ve Resul-i Ekrem’in (asm) ihbaratını tasdik ediyorlar.