olsun olmasın… Evet, kedinin “mır mır”ları “Yâ Rahîm! Yâ Rahîm! Yâ Rahîm!”dir.

Nükte

Yine gördüm ki: Eğer her şey Cenab-ı Hakk’a isnad edilmezse bir ân-ı vâhidde, gayr-ı mütenahî ilahların ispatı lâzım gelir. Ve bütün zerrat-ı kâinattan daha çok olan şu ilahların her birisi, bütün ilahlara hem zıt hem misil olması lâzım geliyor. Ve aynı zamanda her birisi, bütün kâinata elini uzatmış, tasarrufatta bulunuyor gibi bir vaziyet alması lâzım gelir.

Mesela, bal arısının bir ferdini yaratan bir kudretin hükmü, bütün kâinata cari ve nâfiz olması lâzımdır. Zira o bal arısı, kâinatın unsurlarına numunedir, eczasını kâinattan alıyor. Halbuki vücud sahasında mahal ve makam, yalnız ve yalnız Vâcibü’l-Ehad’e mahsustur.

Eğer eşya kendi nefislerine isnad edilirse her bir zerreye bir uluhiyet lâzımdır. Mesela, Ayasofya’nın bânisi inkâr edildiği takdirde, her bir taşı bir Mimar Sinan olması lâzım geliyor.

Öyle ise kâinatın Sâni’e olan delâleti, kendi nefsine olan delâletinden daha vâzıh daha zahir daha evlâdır. Öyle ise kâinatın inkârı mümkün olsa bile Sâni’in inkârı mümkün değildir.

Nokta

Gafletten neş’et eden dalalet, pek garib ve acibdir. Mukareneti illiyete kalbeder. İki şey arasında bir mukarenet olursa yani daima beraber vücuda gelirlerse birisinin ötekisine illet gösterilmesi o dalaletin şe’nindendir. Halbuki devamlı mukarenet, illiyete delil olamaz.

Nükte

Arkadaş! نَعْبُدُ deki “nun”un ifade ettiği cem’ ve cemaat, fikri ve kalbi ayık olan musallînin nazarında sath-ı arzı bir mescid şekline getirir. Ve bütün mü’minlerden teşekkül etmiş, şarktan garba kadar dizilmiş safları hâvi o cemaat-i kübra içinde namaz kıldığını ihtar ettirir.