Kesret ve mebzuliyet ile beraber her ferdin sanat itibarıyla kıymettar olması, sonsuz bir zenginlikle gayr-ı mütenahî hazinelere mâlik olan zata mahsustur.

Efradın ziyadesiyle karışık olmasıyla beraber iltibassız ve fevkalâde imtiyaz ve teşahhuslara mazhar olmaları, her şeye basîr ve her şeye şehîd ve her bir fiili kendisini diğer bir fiilden men’etmeyen zata mahsustur.

Ve keza arzda dağınık bulunan efrad arasındaki uzaklıkla beraber suretçe, vücudca, teşkilatça aralarında husule gelen tevafuk; küre-i arz yed-i tasarrufunda, ilminde, hükmünde, hikmetinde bulunan zata mahsustur.

Ve keza nev’in kesret-i efradıyla beraber her ferdin hârikulâde bir hüsn-ü hilkate mâlik olması, Kadîr-i Mutlak’a hastır ki az çok, küçük ve büyük her şey ona nisbeten birdir.

Geçen fıkraların her birisinde, her şeyin tek bir Sâni’in sun’u ve sanatı olduğuna delâlet eden başka bir âyet daha vardır. Evet, sehavet ile kuvve-i iktisadiye arasında ve sürat ile mizanlı olmak arasında ve ucuzlukla kıymetli olmak arasında ve karışık olmakla mümtaz bulunmak arasında tezat vardır. Bu zıtları bir fiilinde cem etmek ancak kudreti hadsiz bir Sâni’-i Kadîr’e mahsustur.

Hülâsa: Her bir fıkra, tek başına hâtem-i ehadiyeti izhara kâfi olduğu takdirde, fıkraların heyet-i içtimaiyesi pek zahir bir tarîk-i evlâ ile hâtem-i ehadiyeti gösterir. İşte bu izahtan

وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ

âyet-i kerîmesinin sırrı zahir oldu. Yani o inatlı münkire “Hâlık-ı semavat ve arz kimdir?” diye sorulduğu zaman çâr ü nâçâr “Allah’tır.” diyecektir.

Arkadaş! Uluhiyet, risalet, âhiret, kâinat arasında hakikatte telazum vardır. Yani bunlardan birisinin vücud ve sübutu, ötekisinin de vücud ve sübutunu istilzam eder. Birisine iman, ötekisine de imanı icab ettirir.

Evet mesela, her bir kelimesi bir kitabı ve her bir harfi bir satırı içerisinde tutan bir kitabın, kâtipsiz vücudu mümkün değildir. Kâinat kitabı da Nakkaş-ı Ezelî’nin vücub-u vücuduna bağlıdır. Sarhoş