ederse o nisbette ince ve gizli şeylere nüfuzu tam ve keskin olur. Ve keza ne kadar latîf olursa o derecede maddiyatın içlerini keşfeder (Röntgen şuâı gibi). Mümkinatta mesele bu merkezde ise Vâcib, Vâhid olan Nuru’l-Envar ne derece نَافِذُ الْخَفَايَا عَالِمٌ بِالْاَسْرَارِ olacağı, bir derece anlaşıldı. Öyle ise azameti, tam manasıyla ihata, nüfuz, şümulü iktiza ve istilzam eder.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Ekseriyet-i mutlakayı teşkil eden avam-ı nâsın fehimleri Kur’anca o kadar müraat edilmiştir ki birkaç dereceyi, birkaç ciheti ihtiva eden bir meselede avamın fehimlerine en me’nus en karib ciheti ve nazarlarına en vâzıh en zahir dereceyi söylüyor. Çünkü öyle olmasa delilin neticeden hafî olması lâzım gelir.

Kur’an’ın kâinattan yaptığı bahis, Hâlık’ın sıfatlarını ispat ve izah içindir. Binaenaleyh ne kadar cumhurun fehmine yakın olursa irşada daha lâyık ve daha muvafık olur. Mesela, Hâlık’ın tasarrufatına delâlet eden âyetlerden en zahir en aşikâr olan tabakayı

وَمِنْ اٰيَاتِهٖ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْ

âyetiyle zikretmiştir. Halbuki bu tabakanın arkasında vücuhun taayyünat, teşahhusat tabakası vardır. Evvelki tabakanın fehmi, ikinci tabakanın fehminden daha yakındır.

Ve keza en aşikâr dereceyi

اِنَّ فٖى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ

âyetiyle zikretmiştir. Bu derecenin arkasında, arzın şems etrafında emir ve irade-i İlahî kanunuyla tahrik ve tedviri derecesi de vardır. Lâkin bu derece, evvelki dereceden bir derece mahfî olduğundan terk edilmiştir.

Ve keza وَ(جَعَلْنَا) الْجِبَالَ اَوْتَادًا cümlesiyle en okunaklı sahifeyi göstermiştir. Halbuki bu sahifenin arkasında “Direk ve kazıklar ile tehlikeden muhafaza edilen bir sefine gibi arz da içerisinde vukua gelen herc ü mercden dolayı parçalanmak tehlikesinden korumak için dağlar ile kazıklanmıştır.” sahifesi de vardır. Fakat bu sahife, avam-ı nâsça o kadar okunaklı olmadığından terk edilmiştir. Ve bu sahifenin altında da şöyle bir hâşiye vardır: