İşte bu mukayeseden anlaşıldı ki: Vukuat-ı maziye, Sâni’in bütün imkânat-ı istikbaliyeye kādir olduğuna şehadet eden birtakım mu’cizelerdir.

Evet, kâinat bostanında görünen şu mevcudat ve ecram, Hâlıklarının her şeye kadîr ve her şeye alîm olduğuna delâlet eden hârikalardır.

Kezalik nebatat ve hayvanat; envaıyla, efradıyla, Sâni’lerinin her şeye kādir olduğuna şehadet eden sanat hârikalarıdır. Evet, kudretine nisbeten zerrat ile şümus mütesavi olduğu gibi yaprakların neşriyle beşerin haşri de birdir. Ve keza ağaçların çürümüş dağılmış yapraklarının iadeten ihyası arasında fark yoktur.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, büyük bir ölçüde tekrar ettiği ihya-yı arz ve toprak unsuruna nazar-ı dikkati celbettiğinden kalbime şöyle bir feyiz damlamıştır ki:

Arz, âlemin kalbi olduğu gibi toprak unsuru da arzın kalbidir. Ve tevazu, mahviyet gibi maksuda îsal eden yolların en yakını da topraktır. Belki toprak, en yüksek semavattan Hâlık-ı semavata daha yakın bir yoldur. Zira kâinatta tecelli-i rububiyet ve faaliyet-i kudrete ve makarr-ı hilafete ve Hay, Kayyum isimlerinin cilvelerine en uygun topraktır. Nasıl ki arş-ı rahmet su üzerindedir. Arş-ı hayat ve ihya da toprak üstündedir. Toprak, tecelliyat ve cilvelere en yüksek bir âyinedir.

Evet, kesif bir şeyin âyinesi ne kadar latîf olursa o nisbette suretini vâzıh gösterir. Ve nurani ve latîf bir şeyin de âyinesi ne kadar kesif olursa o nisbette esmanın cilvelerini cilâlı gösterir. Mesela, hava âyinesinde yalnız şemsin zayıf bir ziyası görünür. Su âyinesinde şems, ziyasıyla görünürse de elvan-ı seb’ası görünmüyor. Fakat toprak âyinesi, çiçeklerinin renkleriyle şemsin ziyasındaki yedi rengi de gösterir.

اَقْرَبُ مَا يَكُونُ الْعَبْدُ مِنْ رَبِّهٖ وَهُوَ سَاجِدٌ

olan hadîs-i şerif, bu sırra işareten şehadet eder. Öyle ise arkadaş, topraktan ve toprağa inkılab etmekten, kabirden ve kabre girip yatmaktan tevahhuş etme!

İ’lem eyyühe’l-aziz! Aklım yürüyüş yaparken bazen kalbimle arkadaş olur. Kalp zevkiyle bulduğu şeyi akla veriyor. Akıl bervech-i