güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır.

Kezalik bu âlemi şu kadar ziynetler ile nakışlar ile tezyin eden Mâlikü’l-mülk, elbette ve elbette o hârika, antika, mu’cize manzaraları, ziynetleri, seyircilerden, müşahitlerden, âşık ve müştaklardan, ârif dellâllardan hâlî bırakmayacaktır.

İşte câmiiyeti dolayısıyla insan-ı kâmil, halk-ı eflâke ille-i gaiye olduğu gibi halk-ı kâinata da semere ve netice olmuştur.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Eşya arasındaki tevafuk, Sâni’in Vâhid, Ehad olduğuna delâlet ettiği gibi aralarında bulunan muntazam tehalüf de Sâni’in Muhtar ve Hakîm olduğuna şehadet eder. Mesela, hayvanların bilhassa insanların esas azalarındaki tevafuk, bilhassa çift azalardaki temasül, Hâlık’ın vahdetine bürhan olduğu gibi keyfiyetler ve şekillerdeki tehalüf de Hâlık’ın ihtiyar ve hikmetine delâlet eder.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Mahlukatın en zalimi insandır. İnsan, kendi nefsine olan şiddet-i muhabbetten dolayı kendisine hizmeti ve menfaati olan şeyleri hem sever hem kıymet verir. Semeresinden istifade gördüğü şeylere abd ve köle olur. Aksi halde ne sever ve ne kıymet verir. Ve keza hayatın icadında ille-i gaiyenin yalnız hayat olduğunu bilir. Cenab-ı Hakk’ın icad ettiği “hay”larda hedef ittihaz ettiği binlerce hikmetlerinden haberi yok.

Acaba imkân ve ihtimalden hariç midir ki âlemde görünen şu eşya-yı hârika daha garib, daha hârika ve daha mu’cize melekûtî, berzahî, misalî şeylere bazı numune ve bazı esaslar olmasın?

İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenab-ı Hak kâinatı teşkil eden zerratı, şeriat-ı fıtriyesine musahhar ve mutî ve evamir-i tekviniyesine de münkad ve mümtesil kılmıştır. Bir arı “Kün” emrine imtisalen matlub bir şekle girdiği gibi herhangi bir hayvan da aynı emre imtisalen irade edilen vaziyetlere girer.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Şems, kamer, yıldız, arz gibi ecramı kabzasında tutan kudret, o ecramı öyle bir suhuletle tanzim etmiştir ki dağılan tesbih tanelerini ipe dizen adam gibi ne bir acz görmüştür ve ne başkasının yardımına ihtiyaç olmuştur.