Hem de:

وَاَلْقٰى بِصَحْرَاءِ الْغَبٖيطِ بَعَاعَهُ ۞

نُزُولَ الْيَمَانِىِّ ذِى الْعِيَابِ الْمُحَمَّلِ

Yani tacir-i Yemenî gibi yağmurdan gelen sel; yüklerini, eskallerini gabît sahrasına attı. Nasıl ki bir tüccar akşamda bir köye gelse gecede köylüler rengârenk eşyalarını satın alsalar, sabahleyin herkes bir renk ile süslenmiş olduğu halde evinden çıkıyor. Hattâ köyün çobanı dahi kırmızı bir mendili bağlıyor. Öyle de sel, sahraya yükünü attığı gibi ticaret-i hafiyeye benzer imtizacat-ı kimyeviye ile çiçeklerin nâzeninlerine güya rengârenk elbise alınır, dikilir. Hattâ çiçeklerin çobanı ıtlakına şâyan olan kefne (*) başını kırmızılaştırıyor.

Hem de:

غَارَ الْوَفَاءُ وَفَاضَ الْغَدْرُ وَانْفَرَجَتْ ۞

مَسَافَةُ الْخُلْفِ بَيْنَ الْقَوْلِ وَالْعَمَلِ

Yani vefa, gavr-ı in’idama çekildi; tufan-ı gadir feverana başladı. Kavl ve amel ortasında uzun bir mesafe açıldı.

Uzağa gitmek istemiyorsan bu makalenin bir parça mâkabline nazar et, bu meseleye numune olmak için çok parçaları bulacaksın. Ezcümle: “Âyâtın delail-i i’cazının miftahı ve esrar-ı belâgatının keşşafı yalnız belâgat-ı Arabiyedir. Felsefe-i Yunaniye değildir.”

Veyahut makale-i ûlâda olan mesele-i ûlânın hâtimesindeki işarete bak. İşte “Hilkat denilen şeriat-ı fıtriye, meczup ve misafir olan küre-i arza farz etmiştir ki şemse iktida eden yıldızların safında durmak, şüzuz etmemek… Zira zemin zevciyle beraber اَتَيْنَا طَٓائِعٖينَ demişlerdir. Taat ise cemaatle daha ahsendir.”

Şimdi teemmül et! Bu misaller, karşı ve arkalarından öyle makamatı gösterir ki arkalarından başka makamat hayal meyal gibi başını çıkarıyor.

___

* Dikenli, ihrak edilir bir dağ mahsulüdür.