gibi bir küçük mahlukun vücudunda, kemal-i intizam ile gayet hassas bir mizan ve tam bir ittifak ile muhtelif ve birbirine zıt, mübayin esbabın içtimaı, o kadar zahir bir muhaldir ki sinek kanadı kadar şuuru bulunan “Bu muhaldir, olamaz!” diyecektir.

Evet, bir sineğin küçücük cismi, kâinatın ekser anâsır ve esbabı ile alâkadardır, belki bir hülâsasıdır. Eğer kudret-i ezeliyeye verilmezse, o esbab-ı maddiye onun vücudu yanında bizzat hazır bulunmak lâzım; belki onun küçücük cismine girmek gerektir. Belki cisminin küçük bir numunesi olan gözündeki bir hüceyresine girmeleri icab ediyor. Çünkü sebep maddî ise müsebbebin yanında ve içinde bulunması lâzım geliyor. Şu halde, iki sineğin iğne ucu gibi parmakları yerleşmeyen o hüceyrecikte erkân-ı âlem ve anâsır ve tabâyiin, maddeten içinde bulunup usta gibi içinde çalıştıklarını kabul etmek lâzım geliyor.

İşte, sofestaînin en eblehleri dahi böyle bir meslekten utanıyor.

Üçüncü Muhal:

اَلْوَاحِدُ لَا يَصْدُرُ اِلَّا عَنِ الْوَاحِدِ

kaide-i mukarreresiyle: “Bir mevcudun vahdeti varsa elbette bir vâhidden, bir elden sudûr edebilir.” Hususan o mevcud, gayet mükemmel bir intizam ve hassas bir mizan içinde ve câmi’ bir hayata mazhar ise bilbedahe sebeb-i ihtilaf ve