Bu şâyan-ı hayret fıkrada cây-ı dikkat şu nokta var ki Hazret-i Gavs, doğrudan doğruya altıncı asırdan şu asrımıza bakıyor. O altıncı asrın âhirlerinde Hülâgu felaketi gibi feci, dehşetli, meşhur fitnenin çok elîm ve feci ve kuburdaki emvatı ağlattıracak derecede dehşetli bir nev’i, şu on dördüncü asırda bulunuyor. Bu iki asır birbirine tevafuk ediyor ki Hazret-i Şeyh ondan buna bakıyor.

Risale-i Nur talebeleri namına

Re’fet, Hüsrev, Hâfız Ali, Sabri

***

Şu Keramet-i Gavsiye Münasebetiyle Üç Nokta Beyan Edilecek

Birinci Nokta: Hazret-i Gavs’ın kasidesinin başında bu beş satırdan evvel; acib, pek garib, çok beliğ, nazdarane tahdis-i nimet suretinde bir dava-yı iftiharkârane ifade eden iki sahifelik kasidesindeki hârika davasına delil olarak bir keramet-i bâhireyi âdeta mu’cizeye yakın bir hârikayı göstermek lâzım geliyordu. İşte o akılları hayrette bırakan mertebeye lâyık olduğunu gösterir bir keramet izhar etti ki sekiz yüz sene bir mesafede Cenab-ı Hakk’ın izniyle, i’lamıyla zamanımızı tafsilatıyla görür tarzında, bizim gibi âciz, zayıf talebelerine ders verip teşvik eder. İşte Hazret-i Gavs’ın davasına bu ihbar-ı gaybîsi en bâhir bürhan olduğu gibi Risale-i Nur’un eczalarının hakkaniyet ve ulviyetine bir hüccet-i kātıa hükmündedir. Evet Hazret-i Şeyh, bu kasidesiyle Sözler’in hakkaniyetini imza ediyor.

İkinci Nokta: Ehl-i tarîkat ve hakikatçe müttefekun aleyh bir esas var ki: Tarîk-ı Hak’ta sülûk eden bir insan, nefs-i emmaresinin enaniyetini ve serkeşliğini kırmak için lâzım gelir ki nazarını nefsinden kaldırıp şeyhine hasr-ı nazar ede ede tâ fena fi’ş-şeyh hükmüne gelir. “Ben” dediği vakit, şeyhinin hissiyatıyla konuşur ve hâkeza… Tâ fena fi’r-resul, fena fillaha kadar gider.

Mesela, nasıl ki gayet fedakâr ve sadık bir hizmetkâr, bir yaver, efendisinin hissiyatıyla güya kendisi kendisinin efendisidir ve