içindir (Hâşiye 1), şükür içindir, usûl-ü daimîsine teşvik içindir. Başka gayet ulvi gayeler içindir.

Dördüncü Esas: Hem anlarsın ki şu dünyadaki müzeyyenat ise (Hâşiye 2) cennette ehl-i iman için rahmet-i Rahman’la iddihar olunan nimetlerin numuneleri, suretleri hükmündedir.

___

Hâşiye 1: Evet, madem her şeyin kıymeti ve dekaik-ı sanatı gayet yüksek ve güzel olduğu halde müddeti kısa, ömrü azdır. Demek, o şeyler numunelerdir, başka şeylerin suretleri hükmündedirler. Ve madem müşterilerin nazarlarını, asıllarına çeviriyorlar gibi bir vaziyet vardır. Öyle ise elbette şu dünyadaki o çeşit tezyinat, bir Rahman-ı Rahîm’in rahmetiyle, sevdiği ibadına hazırladığı niam-ı cennetin numuneleridir, denilebilir ve denilir ve öyledir.

Hâşiye 2: Evet, her şeyin vücudunun müteaddid gayeleri ve hayatının müteaddid neticeleri vardır. Ehl-i dalaletin tevehhüm ettikleri gibi dünyaya, nefislerine bakan gayelere münhasır değildir. Tâ abesiyet ve hikmetsizlik içine girebilsin. Belki her şeyin gayat-ı vücudu ve netaic-i hayatı üç kısımdır:

Birincisi ve en ulvîsi, Sâni’ine bakar ki o şeye taktığı hârika-i sanat murassaatını, Şahid-i Ezelî’nin nazarına resmigeçit tarzında arz etmektir ki o nazara bir ân-ı seyyale yaşamak kâfi gelir. Belki vücuda gelmeden bi’l-kuvve niyet hükmünde olan istidadı yine kâfidir. İşte seriü’z-zeval latîf masnuat ve vücuda gelmeyen, yani sümbül vermeyen birer hârika-i sanat olan çekirdekler, tohumlar şu gayeyi bitamamiha verir. Faydasızlık ve abesiyet onlara gelmez. Demek, her şey hayatıyla, vücuduyla Sâni’inin mu’cizat-ı kudretini ve âsâr-ı sanatını teşhir edip Sultan-ı Zülcelal’in nazarına arz etmek, birinci gayesidir.

İkinci kısım gaye-i vücud ve netice-i hayat, zîşuura bakar. Yani her şey, Sâni’-i Zülcelal’in birer mektub-u hakaik-nüma, birer kaside-i letafetnüma, birer kelime-i hikmet-eda hükmündedir ki melaike ve cin ve hayvanın ve insanın enzarına arz eder, mütalaaya davet eder. Demek, ona bakan her zîşuura, ibret-nüma bir mütalaagâhtır.

Üçüncü kısım gaye-i vücud ve netice-i hayat, o şeyin nefsine bakar ki telezzüz ve tenezzüh ve beka ve rahatla yaşamak gibi cüz’î neticelerdir. Mesela, azîm bir sefine-i sultaniyede bir hizmetkârın dümencilik ettiğinin gayesi; sefine itibarıyla yüzde birisi kendisine, ücret-i cüz’iyesine ait, doksan dokuzu sultana ait olduğu gibi; her şeyin nefsine ve dünyaya ait gayesi bir ise Sâni’ine ait doksan dokuzdur.

İşte bu taaddüd-ü gayattandır ki birbirine zıt ve münafî görünen hikmet ve iktisat, cûd ve seha ve bilhassa nihayetsiz seha ile sırr-ı tevfiki şudur ki:

Birer gaye nokta-i nazarında cûd ve seha hükmeder, ism-i Cevvad tecelli eder. Meyveler, hubublar, o tek gaye nokta-i nazarında bigayr-ı hisabdır, nihayetsiz cûdu gösteriyor. Fakat umum gayeler nokta-i nazarında, hikmet hükmeder, ism-i Hakîm tecelli eder. Bir ağacın ne kadar meyveleri var, belki her meyvenin o kadar gayeleri vardır ki beyan ettiğimiz üç kısma tefrik edilir.