umum feyzi kadar olabilir. Veraset-i Ahmediye ile ism-i a’zam zılline mazhar bir mü’min, kendi kabiliyeti itibarıyla kemiyetçe bir nebinin feyzi kadar sevap alıyor denilse hilaf-ı hakikat olamaz.

Hem de sevap ve fazilet, nur âlemindendir. O âlemden bir âlem, bir zerreye sığışabilir. Nasıl ki bir zerrecik bir şişede, semavat nücumuyla beraber görünebilir. Öyle de niyet-i hâlise ile şeffafiyet peyda eden bir zikirde veya bir âyette, semavat gibi nurani sevap ve fazilet yerleşebilir.

Netice-i Kelâm: Ey insafsız ve dikkatsiz ve imanı zayıf, felsefesi kavî, hodbin, münekkid adam! Şu on aslı nazara al. Sonra sen hilaf-ı hakikat ve kat’î muhalif-i vaki gördüğün bir rivayeti bahane ederek ehadîs-i şerifeye ve dolayısıyla Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mertebe-i ismetine halel verecek itiraz parmağını uzatma! Zira evvela o on aslın on dairesi, seni inkârdan vazgeçirir. “Hakiki bir kusur varsa bize aittir.” derler, hadîse râci olamaz. “Eğer hakiki değilse senin sû-i fehmine aittir.” derler.

Elhasıl: İnkâr ve redde gitmek için şu on aslı tekzip ve iptal etmek lâzım gelir. Şimdi insafın varsa bu on usûlü kemal-i dikkatle düşündükten sonra, o aklın hilaf-ı hakikat gördüğü bir hadîsin inkârına kalkışma! “Ya bir tefsiri ya bir tevili ya bir tabiri vardır.” de, ilişme!

ON BİRİNCİ ASIL

Nasıl Kur’an-ı Hakîm’in müteşabihatı var; tevile muhtaçtır veyahut mutlak teslim istiyor. Ehadîsin de Kur’an’ın müteşabihatı gibi müşkülatı vardır. Bazen çok dikkatli tefsire ve tabire muhtaçtır. Geçmiş misallerle iktifa edebilirsiniz.

Evet, nasıl ki hüşyar olan adam, yatmış olan adamın rüyasını tabir eder. Öyle de bazen uykuda olan bir adam, yanında uyanık olan konuşanların sözlerini işitiyor fakat kendi âlem-i menamına tatbik eder bir tarzda mana veriyor, tabir ediyor. Öyle de ey gaflet ve felsefe uykusu içinde tenvim edilen insafsız adam! Sırr-ı مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى ve تَنَامُ عَيْنٖى وَلَا يَنَامُ قَلْبٖى hükmüne mazhar ve hakiki hüşyar ve yakzan olan zatın gördüğünü sen kendi rüyanda inkâr değil, tabir et. Evet, uykuda bir adamı bir sinek ısırsa müthiş bir harpte yaralar alır gibi bir hakikat-i nevmiye bazen telakki eder. Ondan sorulsa “Hakikaten ben yaralandım. Bana top tüfek atıldı.” diyecek. Yanında oturanlar onun uykusundaki ızdırabına gülüyorlar. İşte bu nevm-âlûd nazar-ı gaflet ve fikr-i felsefe, elbette hakaik-i nübüvvete mihenk olamazlar.