imdadına geldi, tam hakikatini gösteren bir dürbün aklına verdi “Şimdi bak!” dedi. Baktı, gördü ki:

رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ismi هُوَ الَّذٖى جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ ذَلُولًا فَامْشُوا فٖى مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِهٖ burcunda bir güneş gibi tulû etti. Zemini gayet muntazam ve selâmetli bir gemi ve zîhayatları rızıklarıyla beraber içine doldurmuş, kâinat denizinde çok hikmetler ve menfaatler için seyahatle güneş etrafında gezdirip mevsimlerin mahsulatını erzak isteyenlere getirir. Ve “Sevr” ve “Hut” namlarında iki meleği o sefineye kaptan yapmış, gayet güzel ve muhteşem memleket-i Rabbaniyede Hâlık-ı Zülcelal’in mahlukat ve misafirlerini keyiflendirmek için gezdiriyor. Ve onun ile اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ hakikatini gösterir, Hâlık’ını bu ismin cilvesiyle tanıttırır diye anladı. Bütün ruh u canıyla ‌اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ‌ dedi اَلَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ taifesine girdi.

O seyyahın âlemlerdeki seyahatinde gördüğü numunelerden ikinci numunesi:

O seyyah, küre-i arz gemisinden çıkıp hayvanat ve insanlar âlemine girdi. Dinden ruh almayan hikmet-i tabiiye gözlüğü ile o âleme baktı, gördü ki:

O hadsiz zîhayatların hadsiz ihtiyaçları ve onları inciten ve hırpalayan hadsiz muzır düşmanları ve merhametsiz hâdiseleri var iken, o ihtiyaçlara karşı sermayeleri binden, belki yüz binden ancak bir olabilir. Ve o muzır şeylere mukabil iktidarları, milyondan ancak birdir. Bu çok dehşetli ve acınacak vaziyette, rikkat-i cinsiye ve şefkat-i neviye ve akıl alâkadarlığı ile onların haline o derece acıdı ve mahzun ve meyus ve cehennem azabı gibi elemler alırken ve o perişan âleme girdiğine bin pişman olurken, birden hikmet-i Kur’aniye imdadına yetişti اَلَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ dürbününü verdi “Bak!” dedi. Baktı, gördü ki: