elemi yok. Tevehhüm ile yoktan elem almak, rahmet ve kader-i İlahiyeye itimatsızlıktır.

Sâniyen: Şimdi zemin yüzünde ekser beşer; maddî ve manevî kalben, ruhen, fikren musibetlerle giriftardır. Bizim musibetimiz, onlara nisbeten hem gayet hafiftir hem kârlıdır. Hem kalp hem ruh için hem iman hem selâmet ve sıhhat lezzetleri var.

Sâlisen: Bu fırtınalarda buraya girmeseydik, vehham memurların temasında bu hafif musibet ağırlaşmış olacaktı ve onlara karşı tasannu ve dalkavukluk etmek belası olacaktı.

Râbian: Bu işsiz ve muzaaf maddî ve manevî kışta, Medresetü’z-Zehranın bir dershanesi olan bu Medrese-i Yusufiyede, öz kardeşten daha müşfik çok hakiki dostlarını ve mürşid gibi uhrevî kardeşleri gayet ucuz ve az masrafla görmek, ziyaret etmek ve onların hususi meziyetlerinden istifade etmek ve şeffaf şeylerde sirayet eden nur ve nurani gibi hasenelerinden, manevî yardımlarından, ferahlarından, tesellilerinden kuvvet almak cihetinde bu musibet şeklini değiştirir, bir nevi inayet perdesi hükmüne geçer.

Evet, bu gizli inayetin bir latîf zarafetidir ki bütün buraya gelen Risale-i Nur talebelerine “Hocalar” namı verilmiş. Herkes lisanında “Hocalar, hocalar” diye hürmetle yâd ediyorlar. Bu zarafet içinde latîf bir işaret var ki bu hapis medreseye döndüğü gibi Risale-i Nur şakirdleri dahi birer müderris, muallim ve sair hapishaneler de bu hocaların sayesinde inşâallah birer mektep hükmüne geçeceklerdir.

***

Kardeşlerim!

Bunun gibi teselliye dair evvelce yazılan küçük mektublar ara sıra okunsa ve Meyve’nin hususan âhirleri beraber mütalaa edilse ve hatıra gelen Risale-i Nur’un meseleleri müzakere olsa inşâallah talebe-i ulûmun şerefini kazandırır. İmam-ı Şafiî (ks) gibi büyük zatlar “Talebe-i ulûmun hattâ uykusu dahi ibadet sayılır.” diye ziyade ehemmiyet vermişler. Böyle medresesiz bir zamanda, böyle azap yerlerde, böyle yüksek talebelik yüzünden yüz sıkıntı da olsa aldırmamalı veyahut خَيْرُ الْاُمُورِ اَحْمَزُهَا deyip o meşakkatler yüzünden ferahla gülmeliyiz.