güya has bir müridini kesti, cennete gönderdi. O kanı gören binler müridler daha hiçbiri şeyhi dinlemedi, inkâra başladılar. Yalnız bir adam dedi: “Başım feda olsun.” Yanına gitti. Sonra bir kadın dahi gitti, başkalar dağıldılar. O zat hükûmet adamlarına dedi: “İşte benim bir buçuk müridim bulunduğunu gördünüz.”
Cenab-ı Hakk’a yüz binler şükürler olsun ki Risale-i Nur, Eskişehir imtihan ve mahkemesinde, şakirdlerinden yalnız bir buçuk kaybetti. O eski şeyhin aksine olarak Isparta ve civar kahramanlarının himmetiyle o zayi olan bir buçuk adam yerine on bin ilâve oldu. İnşâallah, bu imtihanda dahi hem şark hem garbın kahramanlarının himmetleriyle, çokları kaybedilmeyecek ve bir giden yerine on girecek.
***
Bir zaman, müslim olmayan bir zat, tarîkattan hilafet almak için bir çare bulmuş ve irşada başlamış. Terbiyesindeki müridleri terakkiye başlarken, birisi keşfen mürşidlerini gayet sukutta görmüş. O zat ise ferasetiyle bildi, o müridine dedi: “İşte beni anladın.” O da dedi: “Madem senin irşadın ile bu makamı buldum, seni bundan sonra daha ziyade başımda tutacağım.” diye Cenab-ı Hakk’a yalvarmış, o bîçare şeyhini kurtarmış; birdenbire terakki edip bütün müridlerinden geçmiş, yine onlara mürşid-i hakiki kalmış. Demek bazen bir mürid, şeyhinin şeyhi oluyor.
Ve asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadakatin şe’nidir. Münafıklar, böyle vaziyetlerde kardeşlerin tesanüdünü ve birbirine karşı hüsn-ü zanlarını bozmak için derler: “İşte o kadar ehemmiyet verdiğin zatlar; âdi, âciz insanlardır.” Her ne ise…
Musibette gerçi çok zararımız var fakat umum âlem-i İslâm’ı alâkadar edecek bir keyfiyet, bir vaziyet olmasından pek çok ucuz olarak pek büyük kıymeti var. Buna benzer vukua gelen hâdiseler ya siyaset-i diniye veya başka sebepler ile umum âlem-i İslâm namına olamadılar.
***

