Evet, her bir hükûmetin bir kanunu, bir usûlü var. O kanuna göre ceza verilir. Hükûmet-i cumhuriyenin kanunlarıyla, beni ve dostlarımı en ağır bir cezaya müstahak edecek esbab bulunmazsa elbette takdir ve mükâfat ve tarziye ile beraber tam hürriyetimizi vermek lâzım gelir. Çünkü meydandaki gayet ehemmiyetli hizmet-i Kur’aniyem eğer hükûmetin aleyhinde olsa böyle bir senelik bana ceza, birkaç dostuma altışar ay mahkûmiyetle olamaz. Belki yüz bir sene ve idam gibi bana ceza ve en ağır cezaları da benim ile ciddi hizmetime irtibat edenlere vermek lâzım gelir.

Eğer hizmetimiz hükûmetin aleyhinde olmazsa o vakit değil ceza, hapis, ittiham belki takdir, mükâfatla karşılanmak lâzım gelir. Çünkü bir hizmet ki yüz yirmi risale o hizmetin tercümanları olmuş ve o hizmetle koca Avrupa feylesoflarına meydan okuyup esasları zîr ü zeber edilmiş. Elbette o tesirli hizmet, ya dâhilde gayet müthiş bir netice verir veyahut gayet nâfi’ ve yüksek ve ilmî bir semere verecek.

Onun için göz boyamak nevinde ve efkâr-ı âmmeyi aldatmak tarzında ve hakkımızda zalimlerin entrikalarını, yalanlarını setretmek suretinde çocuk oyuncağı gibi bana bir sene ceza verilmez. Benim emsalim ya idam olur, darağacına müftehirane çıkarlar veyahut lâyık olduğu makamda serbest kalırlar.

Evet, binler lira kıymetinde elmasları çalabilen mahir bir hırsız, on kuruşluk bir cam parçasına hırsızlık etmekle, elmas çalmış gibi aynı cezaya kendini mahkûm etmek; dünyada hiçbir hırsızın belki hiçbir zîşuurun kârı değildir. Böyle bir hırsız kurnaz olur, böyle nihayet derecede eblehane hareket etmez.

Ey efendiler! Haydi vehminiz gibi ben o hırsız gibi oldum. Ben Isparta nahiyelerinden perişan bir köyde dokuz sene inzivada bulunan ve şimdi benimle beraber gayet hafif bir cezaya mahkûm olan safdil beş on bîçarelerin fikirlerini hükûmet aleyhine çevirmekle kendini ve gaye-i hayatı olan risalelerini tehlikeye atmaktan ise eski zamanda olduğu gibi Ankara’da veya İstanbul’da büyük bir memuriyette oturup binler adamı takip ettiğim maksada çevirebilirdim. O vakit böyle zelilane mahkûmiyet değil belki mesleğime ve hizmetime münasip bir izzetle dünyaya karışabilirdim.

Evet, fahir ve temeddüh niyetiyle değil belki mecburiyet ve mahcubiyetle hodfüruşane eski bir kısım riyakârlığımı hatırlatmakla