bir yol aradı, bir halâskâr taharri etti. Gördü ki yollar muhtelif, tereddütte kaldı. Gavs-ı A’zam olan Şeyh-i Geylanî’nin (ra) “Fütuhu’l-Gayb” namındaki kitabıyla tefe’ül etti. Tefe’ülde şu çıktı:

اَنْتَ فٖى دَارِ الْحِكْمَةِ فَاطْلُبْ طَبٖيبًا يُدَاوٖى قَلْبَكَ

Acibdir ki o vakit ben, Dârülhikmeti’l-İslâmiye azası idim. Güya ehl-i İslâm’ın yaralarını tedaviye çalışan bir hekim idim. Halbuki en ziyade hasta ben idim. Hasta evvela kendine bakmalı, sonra hastalara bakabilir.

İşte Hazret-i Şeyh bana der ki: “Sen kendin hastasın, kendine bir tabip ara!” Ben dedim: “Sen tabibim ol!” Tuttum, kendimi ona muhatap addederek o kitabı bana hitap ediyor gibi okudum. Fakat kitabı çok şiddetli idi. Gururumu dehşetli kırıyordu. Nefsimde şiddetli ameliyat-ı cerrahiye yaptı. Dayanamadım, yarısına kadar kendimi ona muhatap ederek okudum; bitirmeye tahammülüm kalmadı. O kitabı dolaba koydum. Fakat sonra ameliyat-ı şifakâraneden gelen acılar gitti, lezzet geldi. O birinci üstadımın kitabını tamam okudum ve çok istifade ettim. Ve onun virdini ve münâcatını dinledim, çok istifaza ettim.

Sonra İmam-ı Rabbanî’nin Mektubat kitabını gördüm, elime aldım. Hâlis bir tefe’ül ederek açtım. Acayiptendir ki bütün Mektubat’ında yalnız iki yerde “Bedîüzzaman” lafzı var. O iki mektub bana birden açıldı. Pederimin ismi Mirza olduğundan, o mektubların başında “Mirza Bedîüzzaman’a Mektub” diye yazılı olarak gördüm. Fesübhanallah dedim, bu bana hitap ediyor. O zaman Eski Said’in bir lakabı “Bedîüzzaman” idi. Halbuki hicretin üç yüz senesinde, Bedîüzzaman-ı Hemedanî’den başka o lakapla iştihar etmiş zatları bilmiyordum. Demek İmam’ın zamanında dahi öyle bir adam vardı ki ona o iki mektubu yazmış. O zatın hali, benim halime benziyormuş ki o iki mektubu kendi derdime deva buldum.

Yalnız İmam, o mektublarında tavsiye ettiği gibi çok mektublarında musırrane şunu tavsiye ediyor: “Tevhid-i kıble et.” Yani birini üstad tut, arkasından git, başkasıyla meşgul olma. Şu en mühim tavsiyesi, benim istidadıma ve ahval-i ruhiyeme muvafık gelmedi. Ne kadar düşündüm: “Bunun arkasından mı, yoksa ötekinin mi arkasından gideyim?” tahayyürde kaldım. Her birinde ayrı ayrı cazibedar hâsiyetler var. Biriyle iktifa edemiyordum. O tahayyürde iken