İstanbul’da Dârülhikmette bulunduğu zaman, Sünuhat Risalesi’nde yazdığı gayet acib bir vakıa-i ruhaniye:

Rüyada Bir Hitabe

1335 senesi Eylül’ünde, dehrin hâdisatının verdiği yeis ile şiddetle muzdarip idim. Şu kesif zulmet içinde bir nur arıyordum. Manen rüya olan yakazada bulamadım. Hakikaten yakaza olan rüya-yı sadıkada bir ziya gördüm. Tafsilatı terk ile bana söylettirilmiş noktaları kaydedeceğim. Şöyle ki:

Bir cuma gecesinde nevm ile âlem-i misale girdim. Biri geldi dedi: Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem seni istiyor.

Gittim, gördüm ki: Münevver, emsalini dünyada görmediğim, selef-i salihînden ve a’sarın mebuslarından her asrın mebusları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicab edip kapıda durdum.

Onlardan bir zat dedi ki: Ey felaket helâket asrının adamı! Senin de reyin var, fikrini beyan et.

Ayakta durup dedim: Sorun, cevap vereyim.

Biri dedi: Bu mağlubiyetin neticesi ne olacak? Galibiyette ne olurdu?

Dedim: Musibet, şerr-i mahz olmadığı için bazen saadette felaket olduğu gibi felaketten dahi saadet çıkar. Eskiden beri i’la-yı kelimetullah ve beka-yı istiklaliyet-i İslâm için farz-ı kifaye-i cihadı deruhte ile kendini yekvücud olan âlem-i İslâm’a fedaya vazifedar ve hilafete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felaketi, âlem-i İslâm’ın saadet-i müstakbelesiyle telafi edilecektir. Zira şu musibet, mâye-i hayatımız ve âb-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişaf ve ihtizazını hârikulâde tacil etti. Biz incinir iken âlem-i İslâm ağlıyor. Avrupa ziyade incitse bağıracaktır. Şayet ölsek yirmi öleceğiz, üç yüz dirileceğiz. Hârikalar asrındayız. İki üç sene mevtten sonra meydanda dirilenler var.