Geçen hafta muhtelif iki cemaate Yirmi Dördüncü Mektub’un Birinci ve İkinci zeyllerini okudum. Dinleyenler hayran ve bu fakir de o parlak i’caz-ı Kur’an’dan âdeta gaşyoldum. Bu eserinizi Risale-i Nur ve Mektubatü’n-Nur’un en münevverleri safında mütalaa ediyorum. Bugün cuma idi. Komşumuz Fethi Bey’e on bir ve on üç numaralı Sözler’i okudum. Dünyevî işlerden tahlis-i nefis ile iğtinam edebildiğim vakitlerde, o mübarek nurlu pencerelere koşuyorum. Ruhî ve manevî gıdamı almaya ve bulabildiğim böyle bir muhatabı da hissedar etmeye çalışıyorum.

Hulusi

***

Yirmi Altıncı Mektub’u büyük sevinçle aldım. Defaatle, dikkatle, merakla, muhabbetle, lezzetle okudum. Ve neticede “Duanız olmazsa ne değeriniz var?” ferman buyuran Zat-ı Zülcelal’e ubudiyetle intisabım hasebiyle ve abdiyetin tazammun ettiği lisanla, kemal-i acz ve fakr ve şevkle; tamamen hasbî, bütün manasıyla Allah namına, bütün vuzuhuyla ehl-i iman ve Kur’an nef’ ve hesabına olan maddî, manevî, zahirî, bâtınî, dünyevî, uhrevî hidematınızın mükâfatını lütf u kerem-i bînihayesine münasip bir tarzda ihsan ve ikram buyurmasını ve zat-ı üstadanelerini her iki cihanda aziz etmesini ol Hâlık-ı Rahîm ve Kerîm Hazretlerinden abîdane tazarru ve niyaz eyledim. Ümidim اُدْعُونٖٓى اَسْتَجِبْ لَكُمْ fermanının tecelli edeceğindedir.

Muhterem Üstad! Zaten sizin biz bîçarelerden beklediğiniz yalnız dua değil mi? Mübarek Sözler hakkında şimdiye kadar mektublarımda mevcud olan ihtisasatımı nâtık, sönük ifadatımı Risaletü’n-Nur’a takriz yapmak hususundaki niyet-i üstadanelerine bir şey demeye hakkım yok. Fakat benim o perişan ifadelerim, güneşin yanına mum yakmak kabîlinden olacak ve muhtemelen hakikatteki sönüklüğüne rağmen o Nurların komşuluğundan, âyinedarlığından hissemend olarak nisbî bir parlaklık arz edebilecektir.

Risaletü’n-Nur’un müstemileri arasında, Sultan Abdülhamid’in devrinde Kerbelâ’da senelerce müderrislik hizmetinde bulunmuş olan Hacı Abdurrahman Efendi namında seksen sekiz yaşında bir hoca