İşaret’ten sonra kendi nüshanızla mukabele edip tashih ediniz, sonra tebyiz ediniz.

Yirmi Sekizinci Mektub’un Yedinci Mesele’sinde acib bir tevafuk görüldü. Şöyle: İki sahife baştan başa, yalnız baştaki satır müstesna, yirmi dokuz satır şuur ve ihtiyarımızın haricinde, bütün “elif” gelmiş. Bu bütün “elif” Yirmi Sekizinci Mektub’dan Yirmi Dokuzuncu Mektub’a ehemmiyetli bir işaret-i gaybiyedir, diyordu. Sonra numunesini size göndereceğiz.

Said Nursî

***

(Said Nursî’nin bir fıkrasıdır.)

بِاسْمِهٖ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ

Aziz, sıddık, hakikatli âhiret kardeşim ve ciddi ve kuvvetli arkadaşım!

Kur’an-ı Hakîm’in baş hâşiyelerinde, âyât-ı Kur’aniyenin adedi altı bin altı yüz altmış altı (6666) olmakla, envar-ı Kur’aniye ve hakikat-i Furkaniye eyyam-ı şer’iye ile altı bin altı yüz altmış altı (6666) sene kadar küre-i arzda hükmü cereyan edeceğine işaret ettiğine dair sualinize o vakit zihnim başka yere müteveccih olduğu için izahlı bir cevap veremedim. Sonra bana ihtar edildi ki: Âsım’ın suali ehemmiyetlidir, cevap ver. Ben de o ihtara binaen, üç esasla bir parça izah edeceğim:

Birinci Esas: Nasıl ki nur-u Muhammedî ve hakikat-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm, divan-ı nübüvvetin hem fatihası hem hâtimesidir. Bütün enbiya, onun asl-ı nurundan istifaza ve hakikat-i dininin neşrinde onun muînleri ve vekilleri hükmünde oldukları o nur-u Ahmedî (asm) cephe-i Âdem’den tâ Zat-ı Mübarek’ine müteselsilen tezahür edip neşr-i nur ederek intikal ede ede tâ zuhur-u etemle kendinde cilveger olmuştur.

Hem mahiyet-i kudsiye-i Ahmediye, Risale-i Mi’rac’da kat’î bir surette ispat edildiği gibi şu şecere-i kâinatın hem çekirdek-i aslîsi hem en âhir ve en mükemmel meyvesi olmuş. Öyle de hakikat-i