ruhlarına in’ikas eden mesailden bâhis arîzaları tahrir ve takdim ettiklerini gördükçe, adem-i muvaffakıyetimden mütevellid esef ve kederim hasebiyle cehlimden el-eman çekiyorum. “Ümmilik ne güç imiş!” diye ruhum ağlıyor. Mu’terifane “İbrahim, müstahaksın!” diyorum. Nihayet yine ümidimi Rabb’imden kesmeyerek diyorum: “Bir müessesenin başmüdürü, muavini, kâtibi, müvezzii, tahsildarı, hademesi olur. Fakir de kısmen müvezzilik, kısmen hademelik sıfatıyla bulunsam ne zararı var?” deyip müteselli oluyorum.

İbrahim

***

(Osman Nuri’nin bir fıkrasıdır.)

KUR’AN-I AZÎM

Bir kelimeni, milyonlar defa tekrar okusam

İlk başladığım lezzeti, daima duyarım.

Sen İslâm ocaklarının sönmez bir lem’asısın

Sen o misilsiz zatın, emsalsiz kelâmısın

Rabb’in en sevgili Resulüne kısmet olan

Değerli, bin bir çeşit ispatlı kelâmısın.

Hangi kitap var ki asırlarca böyle hürmetle okunsun

Nasıl bir nankör var ki gelsin sana dokunsun

Hâşâ, sana inanmayanlar kâfirse bile

Gelsin onun dellâlının yanına otursun.

O dellâldan alınca ders-i ilhamı

Lanetler eder, inkâr ettiğine Kur’an’ı

İlmin en derin hocası, bürhanı

Zelil eder, karşısında seni tanımayanı.

Kudsî kitabın çok ünlü, onun dellâlı Üstadım Said

Gönül ister ki o ayarda bulunsun binler Said.

Aynı günün sabahı okuduğum, büyük ve kudsî kitabımız olan Kur’an-ı Azîmüşşan’dan aldığım nurlu ilham-ı İlahîden, dolayısıyla