Öyle ise en metin en âlî en müzeyyen görünen bu saray-ı kâinatın bir anda yıkılacağı, harap olacağı, bütün sekenesinin mahv u nâbud olacaklarını düşün. Hiç-ender hiç olduğunu hatırla. Senin mini mini hayat tekneni, dağlar gibi dalgaları bulunan, kısacık ömrünün denizinde aldanarak boğdurma. Ve hayat-ı ebediyeni söndürmek isteyen, en büyük ve en yakın olan nefsinin hilesinden kurtulmaya çalış. Bunun için sana çok kolay ve ucuz, tesiri mücerreb ve kat’î ve

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنّٖى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمٖينَ ۞

رَبِّ اِنّٖى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمٖينَ

gibi halâs ve şifa ve necat vasıtalarını tavsiye ederim. Bunlara bilhassa mağrib ve işâ ortasında, otuz üçer defa devam et, demekte olduğunu hissettim.

O küçük rüyanın tabiri, muhterem Üstadıma aittir ve arzusuna bağlıdır. Bu defa manevî mahrumiyetin uzaması, beni cidden müteessir etmişti. Sabra gayret ettim fakat garibdir ki bu mübarek mektubun bura postahanesine vürûdu gününün sabahında

اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِرٖينَ

emr-i celilinin kuvvetine dayanarak tahammül etmekte olduğumu fakat meraktan da hasbe’l-beşeriye kurtulamadığımı nâtık küçük bir mektubu, uhrevî kardeşimiz Hakkı Efendi’ye göndermiştim.

Bu nurlu mektubun başını işgal eden beş nükteli İkinci Lem’a, başıma tokmak vurarak: Ey bîçare, sabırdan bahsetmek sana yakışır mı? Gözünü aç da Hazret-i Eyyüb aleyhisselâmın sabrına bak! Aklın varsa o Peygamber-i Zîşan’ın (as) sabırdaki kahramanlığını taklide çalış ve korkunç manevî yaralarından kurtulmak için

رَبِّ اِنّٖى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمٖينَ

duasını vird-i zeban et diye tenbih ve ikazda bulunduğuna yakîn hasıl ettim. Elhamdülillah dedim.

Yirmi Dokuzuncu Mektub’un Sekizinci Kısmı’nın Birinci Remzi’nin Birinci Makam’ının Birinci Babı, mu’cizat-ı Ahmediyenin en büyüğü ve kıyamete kadar i’cazının devam edeceğine şüphe olmayan Kur’an-ı Kerîm’in otuz cüzünden otuzuncu, yüz on dört suresinden