vermemekle, pek yüce mükâfatlara mazhariyetler kesbediyorsunuz. Siz aslâ ve kat’â müteessir olmayın. Ne kadar vahşiyane ve zalimane olursa da dönüp arkanıza bakmayın. Size açılan manevî âlemlerin kapılarına doğru ilerleyin. Yürüyün, yürüyün tâ nâmütenahî yürüyün. Gittiğiniz yerlerde, uzaklaştığınız âlemlerde bizim gibi yaralı, âciz, zayıf, pür-kusur, kemter bîçareler için de müebbed bir istirahat ve saadet yatağını hazırlayın.

Zekâi

***

(Zekâi’nin fıkrasıdır.)

Kalbim derin bir ihtiyaç ve iştiyak içinde, şu mübarek günlerde, Üstadımın ziyaretini arzu ediyor. Nasıl ki yaz günlerinin sıcak demlerinde bilumum nebatat yağmura ihtiyaç hissederse Zekâi de Üstadımın nasihatlerine ve telkinlerine öylece müştak ve muhtaçtır.

Üstadım, eyyam-ı mübareke pek çabuk gelip geçti. Benim gibi manevî yaralarından mecruh bîçareler, böyle mübarek günlerde, elbette kusurlarının affını ve meşru emellerinin husulünü, Hallak-ı âlem’den temenni ve niyaz etmişlerdir. Cenab-ı Allah mâh-ı gufranın kudsiyeti hürmetine kusurlarımızı aff u mağfiret eylesin, âmin!

Sevgili Üstadım, bu defa üç gün izinle Atabey’e gidip ebeveynimi ve âhiret dostlarımızı ziyaret ettim.

Âh Üstadım, bazen zahirî hâdisat insanı çok düşündürüyor. Gayr-ı ihtiyarî, ruhu garib ve rikkatle karışık bir ızdıraba düşürüyor. Bu anlarda hayatın kararsızlıklarından mütevellid yeis, bizi müteessir ediyor. Şefkat ve merhamete hasret çekiyoruz.

Üstadım! Öyle zannediyorum ki âcizleri, hayatın ihtilata mecbur eden ahvalinden uzaklaşamadıkça, kalbim ârâmgâh-ı lezzetinde tam bir sükûnu bulamayacak. İnşâallah duanızın himmetiyle, o anlara da selâmetle vâsıl olacağım. Bu hissiyatımı izah etmek, anlaşılmış bir ruh için zâid değil midir?

Aziz Üstadım! Emsal-i kesîresiyle Üstadımızın riyaseti altında müşerref olmaklığımızı dilediğim iyd-i fıtrınızı tebrik vesilesiyle takdim-i ihtiramat eyler, muhterem ellerinizden ve ayaklarınızdan öperim, sevgili Üstadım.

Günahkâr talebeniz

Zekâi

***