بِاسْمِ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ فٖيهِنَّ

وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ

Aziz, sıddık kardeşim!

Evvela: Bu yeni hâdisenin mahiyetini merak etmişsiniz, oraya gelen iki uzun mektub mahiyetini gösteriyor.

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ فٖيهَا اسْمُهُ

âyeti o hâdiseye sebebiyet verenlerin başına sâıka gibi iniyor ve inecek. Fakat biz acûlüz. Her şeyin bir vakt-i muayyenesi var.

فَضُرِبَ بَيْنَهُمْ بِسُورٍ لَهُ بَابٌ بَاطِنُهُ فٖيهِ الرَّحْمَةُ وَظَاهِرُهُ مِنْ قِبَلِهِ الْعَذَابُ

âyetine mâsadak olarak bu hâdise bize karşı vech-i merhametle bakıyor. Mülhidlere karşı olan vecih, azap ve kahr ile nazar ediyor. Her ne ise… Cennet ucuz olmadığı gibi cehennem de lüzumsuz değildir.

Sâniyen: Bedreddin’i burada dinlemek arzu ediyordum, vakit müsaade etmedi. Ben manen orada hayalen dinliyorum. İnşâallah evlatlık mertebesinden talebelik mertebesine gidiyor.

Sâlisen: Benim kendi hattımla mektub istiyorsun. Bir dudaksız adama, lambayı üfle söndür demişler. Demiş: En zahmetli işi bana gösteriyorsunuz, yapmayacağım.

Belî, Cenab-ı Hak bana hüsn-ü hat vermemiş hem bir satır yazmak bana büyük bir iş gibi usanç veriyor. Eskiden beri diyordum: “Yâ Rabbi! Ben o kadar muhtaç iken ve nazmı severken bu iki nimet bana verilmedi.” diye teşekki değil, tefekkür ediyordum. Sonra bana kat’î tebeyyün etti ki şiir ve hat bana verilmemekte, büyük bir ihsan imiş.

Hem o hatta ihtiyacımı sizin gibi kalem kahramanlarının muavenetleri temin ediyor. Hat bilse idim, hatta itimat edip mesail ruhta kararlayarak nakşedilmeyecekti. Eskiden hangi ilme başladım, hattım olmadığı için ruhuma yazardım. Fevkalâde bir meleke ihsan edildi.

Şiir ise çendan kıymettar, şirin bir vasıta-yı ifadedir. Fakat şiirde hayal hükmettiği için hakikate karışır, hakikatlerin suretini