da zaman ve mekân mani olamıyor. İster arzın öbür tarafında olsun, ister semavatın en uzak köşelerinde olsun, ister Hazret-i Âdem Safiyyullah zamanında dünyaya veda etmiş olsun.

İşte bu muhavere neticesinde bu ihbarat-ı gaybiyeyi ve acibeyi sekiz on sene evvel öğrenmiş ve şimdi de talebelerinize ders veriyorsunuz. Bu hizmette temayüz eden arkadaşlarınıza irae ederek, her hususta sitayişe lâyık Hulusi’yi ve ona refik olacak bir kabiliyette bulunan mütevazi Sabri’yi ve hizmet ve gayretleriyle sadıkane çalışan Süleyman ve Bekir Ağa gibi talebelerinize işaret eyliyorsunuz. Ve bu küçük cemaatin istinadgâhı olan, azîm cemaatlerin himmetlerini ve bu cemaatlerin içindeki nurani simaları tanıttırdığınız gibi Şah-ı Geylanî zamanındaki Hülâgu vak’asıyla da zamanımızın riyakâr münafıklarına ve bu münafıkların re’skârlarına hitap ederek “Yakın bir istikbalde kahhar bir el size cezanızı tamamen vermekle, masumların intikamını alacaktır.” diyorsunuz. Bu hakikatler gösterilen dokuz on delil ile ispat edildikten sonra, bu risale-i şerife ile ilan ediliyordu.

Sevgili Üstadım! Hulusi Bey’in bir fıkrasında söylediği gibi ben de diyorum ki: Kur’an’ın feyziyle açtığınız bu cadde-i nuraniyede acz ve fakr kanatlarıyla tayeran ederken, ne büyük hârika kerametlerle karşılaşıyorsunuz ve ne azîm hâdisat-ı acibeye şahit oluyorsunuz. Kim bilir, daha neler göreceksiniz ve mazhar olduğunuz bu inayetlerden bizleri de hissedar ederek, vazifemizde her an gayret ve ciddiyet tavsiye ediyorsunuz.

İşte sevgili Üstadım, bu kadar ikram-ı İlahî karşısında bir taraftan kulluk edemediğim için gözlerim yaşarıyor, kalbim ağlıyor. Diğer taraftan da bârgâh-ı samediyete affolunmaklığım için yalvarırken bîhad ve bîhesab minnet ve teşekkürlerimi takdim ediyorum. Ve sevgili Üstadıma ve muhterem fedakâr kardeşlerime muvaffakıyet ve selâmetler ihsan edilmesi için duagû oluyorum. Kıymettar Üstadım Efendim Hazretleri.

Günahkâr talebeniz

Ahmed Hüsrev

***