bulunmak emelinde iken bu dertlere birer iksir, ilaç ve cevab-ı şâfî olan Yirmi Yedinci Söz’ü bir kat daha muvazzah ve oldukça şümullü bir cevab-ı âlîyi bizlere ihsan eden ve kısacık cümlesi nâmütenahî hakaik-i maânîyi câmi’ bulunan, bahr-i muhit-i kebir tabirine mâsadak olan her bir cümle-i Kur’aniye şu kısımda bilhassa Beşinci, Sekizinci ve Dokuzuncu Nüktelerde asrın kuru kafalı, müflis, felsefeci şeytanlarını gemlemiş, iskât etmiş, daha doğrusu bütün bütün ilzam ve ruhlarımızı da tenvir ve tesrir ve teselli etmiştir.

Üstad-ı Muazzezim! Kur’an-ı Azîmüşşan’ın ne derecelerde zengin bir hazine-i rahmet-i İlahiye bulunduğu vâreste-i arz olup o hazine-i kudsiyenin muhtevi bulunduğu enva-ı türlü elmas ve pırlantaları çıkartmak ve bi’l-vesile bizim gibi muhtaç olanlara da verdirmek hususunda, Nurlar Külliyatı’nın ekserisinde tam bir muharriklik vazifesini deruhte eden Üstad-ı Sânî Hulusi Beyefendimi, teşbih ve tabiri caiz ise saatçilerde bulunan yıldızvari sekiz on ağızlı saat anahtarlarına benzetiyorum ki o müteaddid ağızlı anahtar, âlemde mevcud her saati tahrik eder, işletir. Mumaileyh beyefendim de aynen o halde olup emsali görülmemiş ve duyulmamış birçok mesail-i mühimme-i hakikiyeyi Hazret-i Kur’an ve dellâl-ı Kur’an’dan istiyor.

Şu asırda hazine-i hâssa-i maneviyenin hazinedar-ı bînaziri de o kıymettar sâiline en kıymettar ve ruha tam bir gıdabahş mevaid-i maneviye-i Kur’aniye ile i’zaz ve ikram ederken o halkaya lâyık ve müstahak olmadığım halde, fakir de gıda-yı ruhanîmi ârâmsız alınca; o mevaidi ihsan edene de getirene de isteyene de hadsiz medyun-u şükran kalıyorum. Bu defaki aldığım lütufname-i ekremîlerinde, gücenmesini hazır farz ederek mektubla muhabere etmiyorum, buyuruluyor. Bu hususta kalp ve ruhuma “Ne dersiniz?” dedim. “Estağfirullah, sad-hezar estağfirullah. Biz ölmüştük, lehü’l-hamd bize taze hayat bahşedildi. Gücenmeye, hiçbir cihetle hakkımız yok. Vazifemiz olan duaya devam ve teşekkür borçluyuz.” cevab-ı hak-gûyanesini ruhumdan aldım.

Hâfız Sabri

***