Hâfız Veli’ye de o münasebetle eski dost nazarıyla bakıyorum. O bana mektub yazmıştı, vakit bulamıyorum ki mektubuna cevap vereyim. Ehl-i kalp için bazen sükût dahi bir konuşmaktır.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Kardeşiniz

Said Nursî

Kardeşlerim, affedersiniz, bu intizamsız perişan mektubla sizinle konuşmak istemiyorum. Fakat müteaddid işlerle ve tetkikatla meşgul olduğumuz anda, süratli bir surette fikrimizin bir köşesiyle yazdık. Keçeli kâtibin hali malûm. Kafasını başka yerde bırakmıştı, mektub perişan oldu, onun için kusura bakmayınız.

Tevafuktaki müdahale-i gaybiyeyi bir mektubda size böyle bir temsil ile beyan etmiştim: Mesela benim avucumda nohut, leblebi, üzüm, buğday gibi maddeler bulunsa ben onları yere atsam; üzüm üzüme, leblebi leblebiye karşı sıralansa hiç şüphe kalır mı ki elimden çıktıktan sonra, gaybî bir el müdahale edip sıralamasın. İşte hurufat ve kelimat o maddelerdir, ağzımız o avuçtur.

***

(Mesud’un garib bir fıkrasıdır.)

Kamer yeni tulû ettiği esnada, onun aydınlığına ve gecenin serinliğinden arpanın yumuşaması hasebiyle orak biçmekte iken, kamerin güzelliğine ve şeffaflığına bakarak ve orağın bitmemesi, Nurları yazmaktan mahrum kaldığımı tahayyürane ve meyusane düşünmekte iken bilmem iğfalat, bilmem tulûat, hatırıma gelen şu sözü söyledim: “Yâ Rab! İsmim Mesud, kendim bîsud, çok çalıştım olamadım mesud.” dedim ve arpa biçmeye devam ettim.

Aradan bir müddet geçtikten sonra yattım. Menamda dediler ki: “Bırakma Üstadın Said’in eteğini, eyler seni mesud.” Derhal uyandım, ay hemen kaybolmak üzere. Derhal “Yâ Rab! Ben saadet-i dünyeviye istemedim, tövbekâr oldum.” Saadet-i uhreviyemin, sizin duanızla olacağı telkin edilmiştir ve duanıza muhtacım. Bendenizi duadan diriğ buyurmamanızı temenni eder, el ve ayaklarınızdan öperim efendim hazretleri.

Mesud (rh)

***