Bu hâdisat gösteriyor ki bedî’ âsârın büyük bir hâsiyeti ve bir kerametidir ki talebelerini başka ellere vermiyor ve nurlandırmak için başka kapılara boyun büktürmüyor. Ağlayan kalplerimize teselliler veriyor. İmanlarımızı takviye ediyor. Lika-i İlahîyi iştiyakla istetiyor ve sonunda da “Yâ Rab! Sen Üstadımızdan hoşnut olacağı tarzda razı ol!” nidalarını, lisanen ve kalben söylettiriyor.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Talebeniz

Ahmed Hüsrev

***

(Sabri’nin bir fıkrasıdır.)

Eyyühe’l-Üstad!

Eyyam-ı baharın her bir gününün, birer letafet ve taravet-i bîmisali ve acib tebeddülü; Fâtır-ı Akdes Hazretlerinin nihayetsiz kudret ve azametini irae eylediği gibi derya-yı Nur’un da bînazir ve hayret-bahş bir baharı; Minhaclar, Mirkatlar, İstiazeler ve emsali latîf, şirin, nurani ezhar ve esmar-ı bînihayeleri, ehl-i iman ve tevhide taze hayat bahşediyorlar. Bu Nurlar öyle manevî gıdalar ki herkesi, her an doyurmaya kâfi ve bu elmaslar öyle kıymettar birer ridâlardır ki herkesi her zaman ısıtmaya vâfidir.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّٖى

Aziz, büyük Üstadım! Bu risaleleri okudukça ruhum güller gibi açılıyor, hayat-ı fâniyeden gelen âlâm ve meşakkati kaldırıp atıyor. Yerine, kanaat gibi bir kenz-i mahfîyi iddihar ediyor. Ve diyorum: Ey ruh! Şimdiye kadar manevî talep ve arzularını temin eden Nur Fabrikasının elmas ve cevherlerinden her birerlerinin ayrı ayrı kıymet ve zarafetlerini görünce, bundan daha kıymettar bir eser olamaz deyip sen halen, ben kālen hükmediyorduk. Envar-ı Kur’aniye ve reşehat-ı Furkaniye ve lemaat-ı bekaiyenin işte nihayeti yokmuş. Elhamdülillah hakaik-i Kur’aniyeden yevmen fe-yevmen nasibedar oluyoruz ve olacağız inşâallah. Hemen Cenab-ı Kibriya şu enhar-ı kevseri, hayat-ı bâkiye harmanı olan mahşere kadar akıtsın, âmin!

Üstadım Efendim, bugün harekât-ı maziyem ile ahval-i hazıramı mukayese ciheti ihtar edildi. Alâ kadri’l-istitaa tetkik ettim.