revnaktar, kıymetçe, mahiyetçe aynı ufak bir saray-ı vücud âlemimi gördüm. Ve feth-i bab edip temaşa etmek istedim. Anahtarı yoktu. Birden kardeşimin ağzından بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ işittim. Kapı açıldı. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى نُورِ الْاٖيمَانِ وَهِدَايَةِ الرَّحْمٰنِ dedim. Gördüm ki büyük sarayın müştemilatı ve tezyinatı, o küçük sarayda dercedilmiş. Âdeta çarklardan mürekkeb bir saat ve çok ipleri hâvi bir nessacdır. Dikkat ettim, o saati kuran ve işleteni ve o ipleri gûna gûna boyayıp dokuyanı, gündüzü gündüz eden güneş olduğu gibi pek parlak bir surette izah buyurulunca gördüm. Tekrar “Elhamdülillah” dedim ve şu âlem-i kübranın fihristesini ve numunesini elime alınca artık pervasız seyahate çıktım.

Muhterem Üstadım! Şu söz öyle bir hakikati ders veriyor ki daha insana yabancı ve bilinmesi mümkün olmayan bir şey kalmıyor. Her gördüğü munis bir arkadaş oluyor ve susuz vâdiler ve geniş sahralar ve koca küre-i arz bir bahçe hükmünde Hâlık-ı Rahîm tarafından ihzar edilmiş ve tılsımı da بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ olduğu ve tılsımı bulunmazsa ve alınmazsa o bahçede yaşamak mümkün olmadığı ve yaşasa da her tarafta yabancı olarak ve her hatvesinde istiskal edilerek, hayat değil belki camid olarak bulunacağını izah buyuruyorsunuz. Hele bizi her zaman, günde kırk defa havsalamız almayarak “âh!” ile geri dönen mi’rac-ı mü’min olan namazda اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعٖينُ sırrı öyle bir düğme olarak gösteriliyor ki her mü’min kendi vücud âleminde bir elektrik fabrikası görüyor ve düğmesini açınca bütün dünyayı ziya ile gösteriyor.

Sevgili Üstadım! Cenab-ı Hak bu kıymetli eserleri kıyamete kadar mü’min kullarına yetiştirsin, duasıyla hatm-i kelâm eylerim efendim.

Kusurlu Talebeniz

Hâfız Ali

***