Başta muhterem pederiniz, Fethi Bey, Hoca Abdurrahman, Kemaleddin, Ömer Efendi olarak risalelerle alâkadar olan zatlara selâm ve dua ediyorum ve dualarını istiyorum.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Kardeşiniz

Said

***

(Hulusi’nin ikinci sualinin cevabına bir zeyldir.)

Sual: Muhyiddin-i Arabî vahdetü’l-vücud meselesini, en yüksek bir mertebe telakki ettiği gibi ehl-i aşk bir kısım evliya-i azîme dahi ona ittiba etmişler. Bu meselenin en yüksek mertebe olmadığını hem hakiki olmadığını, belki bir derece ehl-i sekir ve istiğrakın ve ashab-ı şevk ve aşkın meşrebi olduğunu diyorsun. Öyle ise muhtasaran, sırr-ı veraset-i nübüvvetle ve Kur’an’ın sarahatiyle gösterilen tevhidin yüksek mertebesi hangisidir, göster.

Elcevap: Benim gibi hiç-ender hiç âciz bir bîçarenin kısa fikriyle, bu yüksek mertebeleri muhakeme etmek, yüz derece haddimin fevkindedir. Yalnız Kur’an-ı Hakîm’in feyzinden gelen, gayet muhtasar bir iki nükte söyleyeceğim. Belki bu meselede faydası olacak.

Birinci Nokta: Vahdetü’l-vücudun meşrebine ve saplanmasına çok esbab var, onlardan bir ikisi kısaca beyan edilecek.

Birinci sebep: Mertebe-i rububiyetin hallakıyetini a’zamî derecesinde zihinlere sığıştıramadıklarından ve sırr-ı ehadiyetle her şeyi bizzat kabza-i rububiyetinde tuttuğunu ve her şey kudret ve ihtiyar ve iradesi ile vücud bulduğunu kalplerine tam yerleştiremediklerinden, her şey odur veyahut yoktur veya hayaldir veya tezahüriyetidir veya cilveleridir diye kendilerini mecbur bilmişler.

İkinci sebep: Firakı hiç istemeyen ve firaktan şiddetle kaçan ve ayrılıktan titreyen ve bu’diyetten cehennem gibi korkan ve zevalden gayet derecede nefret eden ve visali ruhu ve canı gibi seven ve kurbiyeti cennet gibi hadsiz bir iştiyak ile arzulayan “aşk sıfatı”; her şeydeki akrebiyet-i İlahiyenin bir cilvesine yapışmakla firak ve