Üstadım Efendim! Bu azîm hakikati taşıyan risale, fakir talebenizde pek azîm tesirat yaparak, dimağım ve bütün duygu ve hâsselerim, o azîm hakaik üzerine serpilerek toplanmaz bir hale geldiler. Gündüzde güneşin ziyası karşısında kalan yıldız böceği gibi gerek güneşin tarifini ve gerekse kendi şavkıyla daire-i muhitinde bulunanları tarif edemediği gibi; fakir, aynı hal kesbettim.

Evvela: Bu risale, diğer tevhide dair büyük risalelerin bir büyük kardeşi olabilir. Zira nasıl ki öbür kütle-i Nur, Cenab-ı Hakk’ın âlem-i kebirde cilve-i cemal ve kemal ve esma-i hüsnasını pek zahir bir tarzda âmâ olanlara da gösterdiler. Aynen bu parça-i Nur, âlem-i asgar olan ve esma-i hüsnaya âyine olan ve hilkat-i dünyanın ruhu mesabesindeki beşerin, kemal ve sukutuna, ebediyet ve ademine sebep olan en büyük vesile ve desiseleri, pek yakînen keşfedip gösteriyorlar.

Sâniyen: Bu hakikatleri düşünürken kalbime şöyle geldi ki nasıl ki “Hüdhüd-ü Süleymanî, zeminin suyu meçhul olan yerlerinde hafriyatsız suyu bulmaya vesile idi.” diyorlar. Aynen bu risale, Hüdhüd-ü Süleymanî tarzında, âlem-i asgar olan insanın ezdadlardan müteşekkil cism-i vücudunda nur-u iman yatağı olan kalbi, biaynihî gösteriyor. Zemin yüzünde zararlı ve zararsız otları teşhis eden kimyagerin âb-ı hayat bulduğu gibi; binde bir hakikatini ancak görebildiğimi anladığım bu eser-i âlî, bütün ehl-i iman ve zîşuura, menba-ı hakikisi olan Kur’an-ı Hakîm gibi nurları ile âb-ı hayatı serpiyor.

Hâfız Ali (rh)

***

(Ahmed Hüsrev’in bir fıkrasıdır.)

Üstadım Efendim!

Bir hafta evvel “Hikmetü’l-İstiaze” isimli risalenin bir kısmını ve birkaç gün evvel de diğer kısmıyla On Dördüncü Lem’a’nın Birinci Makamını aldım. “Hikmetü’l-İstiaze”nin Birinci Kısmını müteaddid defalar kardeşlerimle okudum.

Ey sevgili Üstadım! Bu kıymettar risale ile mücahid talebelerinize öyle güzel bir ilaç takdim ediyorsunuz ki bu ilaçlarla manevî yaralarımızı o kadar güzel ve çabuk tedavi ediyorsunuz ki o pek müthiş