(Şu fıkra dahi Sabri Efendi’nin mektubundandır.)

Üstadım Efendim!

Şu kıymetli elmaslar Cenab-ı Hak’tan Habib-i Zîşanına gönderilen Şecere-i Tûba’nın nâmütenahî semereleri olduğunu ve bunların emsali gibi bînazir mücevheratın ihraç ve teşhiri zamanını bulup sergi-i Rabbaniye ve Muhammediyeye vaz’eden zat-ı üstadanelerine şu dakikada kāsır aklım ve istidatsız lisanımla şöyle dualar ediyorum:

اَللّٰهُمَّ احْفَظْ مُؤَلِّفَ هٰذَا الدُّرِّ الْيَكْتَا الَّذٖى هُوَ مَوْسُومٌ بِرِسَالةِ النُّورِ

وَاَعْطِ قَلْبَهُ (وَقَلْبَ صَبْرٖى) اَلَّذٖى هُوَ مَمْلُوءٌ بِالْحَقَائِقِ

وَالْاِبْتِهَاجِ وَالسُّرُورِ اٰمٖينَ

Sabri

***

(Hulusi Bey’in fıkrasıdır.)

Maddeten uzak düşen bu bîçare talebenizi yakından temsil eden Hâfız Sabri Efendi’yle diğer zevatın Nurlar hakkındaki ihtisasları çok kıymetli ve yüksek ve lâyıklı bir surette ifade edilmiştir. Bir mektubunuzda Muallim Cûdi’nin kasidesi münasebetiyle buyurduğunuz vecizeyi burada tekrara münasebet geldi.

وَمَا مَدَحْتُ مُحَمَّدًا بِمَقَالَتٖى

وَلٰكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَتٖى بِمُحَمَّدٍ

sırrınca güzellik yazılarımızda değil belki i’caz-ı Kur’an’dan olan nurlu Sözler’e ve Mektubat’a aittir. Her ferd-i mü’min, derece-i fehim ve zevkine göre, aslında güzel olan bir şeyi tarif eder. Acz ve fakrdaki lezzet, şefkat ve tefekkürdeki ulviyet; hakikaten hiçbir şeyle kabil-i kıyas değilmiş.

Hal-i âlem müsait olsa da hazine-i hâssa-i Kur’an’dan çıkararak tabir-i âlînizce dellâllığını yaptığınız elmasları çok gözler görse; görse de sarhoşlar ayılsa, mütehayyirler kurtulsa, mü’minler sevinse