ve Otuzuncu Sözler’in baş taraflarından üçer, beşer sahife okuyabildim. Mahzen ve medfen-i mücevherata rast gelmiş bir fakir gibi hangi cevheri alacağımı harîsane düşünüyorum.

Sabri

***

Bahr-i Mu’cizat, Fahr-i kâinat Efendimiz Hazretlerinin şu sisli asırda, paslı ruhlarımızı tenvir ve tesrir eden ve sâik-ı hayat-ı ebediyeleri bulunan On Dokuzuncu Mektub’un beşinci cüzünü alarak, üçüncüsünü iade ettim. Fahr-i kâinat Efendimizin mu’cizatından olan parmaklarından su akıtarak orduya içirmesine dikkat ederek derin bir tefekküre daldım. O sırada kalemim boya şişesinde idi. Yazmak vazifeme muvakkat bir fâsıla verecektim. Kalemimi tuttum, mürekkebi ile yerinde koymamak için kalemdeki mürekkep bitinceye kadar bir iki kelâm daha yazayım da öyle bırakayım dedim. Başladım, yarım sahife yazdım, kalemden boya kesilmedi. Bundaki hikmeti düşündüm, kalem kurudu. Sonra birçok defalar kalemi dikkatle boyaya batırarak yazdım, tecrübe ettim. Yarım satır, nihayet bir satıra kâfi gelebildi. Bu da Hatib-i Bağdadî’nin

فٖى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسٖينَ اَلْفَ سَنَةٍ

sırrındaki (Hâşiye) tefekküründen mütehassıl vakıayı andırır bir tekid-i i’caz-ı Nebevîdir, dedim.

Sabri

***

Evvelce takdim kılınan arîzalarımdaki tabirat ve elfaz-ı tazimiyem ne için hak olmasın? Zira şu kıymettar ve ehemmiyet-i nâmütenahiyeyi ihtiva ve âleme berk-i hâtıf gibi satvet-i maneviye ve hakikiyesini emsali gibi i’lam ve ilan eden Yirmi Altıncı Mektub-u mergubu, yirmi günden beri muhtelif derecatta müntesibîn-i ilmiye mütalaa ettikleri halde, bugün tashihine lüzum görülen ve ale’t-ta’dad yirmi sekiz noktada ta’dil ve ilâve buyurulan nıkat-ı mühimme, kelimat ve tabirat-ı âliyeyi zâid veya noksan diyebilecek bir kimse çıkmasın ve çıkmıyor.

___

Hâşiye: O tefekkürde bir günlük işi bir dakikada yapmış.