geldi. Bana bu fâni dünyadan, bâki bir âleme yol gösterecek bir üstad, Cenab-ı Hak’tan istedim ve dedim ki: “Öyle bir üstada rast gelsem söz veriyorum ki ona tam hizmetkâr olacağım.”

İşte ben bu halde ve bu niyazda iken, o gece gayet şirin ve güzel, bilmediğim bir şehirde gayet güzel, dünyada misli bulunmaz ziynetli bir at üstünde, siz Üstadımı ona binmiş, garptan şarka doğru beş altı metre yüksekte, şehrin üstünde uçarken selâmınıza durduk. Selâmınızı aldık. O esnada uyandım. Şehadet getirdim. Şükrettim ki istediğim üstadı bulacağım. İki ay sonra ziyaretinize geldim.

İkinci Vakıa: Rüyada bir şehirde gayet kesretli askerler ve cephane görüyorum. Biz de güya o askerlerdeniz. Dedim: “Yâ Rabbi bu askerlerin kumandanı kimdir?” Niyaz ettiğim vakit karşımızda yüksek bir saray zuhur etti. O sarayın içerisine girdim ki kumandanı göreyim. Baktım ki parlak bir çay akıyor. O çayı takip ettim. Baktım, şubelere ayrılıyor. Devam ettim. Tâ menbaına kadar gittim. O askerlerin kumandanı, o suların sahibini buldum. Yani Üstadımızı, iki adamla başında namaz kılarken gördüm. Ben de o sudan abdest aldım. Namaza dâhil oldum. Kalbimin hareketiyle, dilimin şehadetiyle uyandım. Cenab-ı Hakk’a şükrettim ki Üstadımızı bize gösterdi.

Hizmetkâr ve talebeniz

Mustafa

***

(Hulusi Bey’in fıkrasıdır.)

Bu hafta Otuz Birinci Mektub’un Yedinci Lem’a’sı ile Üçüncü Lem’a’sını, hazine-i Mektubat’a ilâve ve muhibban ve müştakana tilavet eylemekle, vesatat-ı âliyenizle, bir lütf-u azîm-i İlahîye daha mazhar olduğumdan dolayı Kerîm, Rahîm, Bâki-i Zülcelal’e yüz binler hamd ve şükür eylemekte ve sevgili Üstadımı rıza-yı Samedanîsine ve vazife-i meşkûre-i maneviyesinde devamlı, nüfuzlu, şümullü muvaffakıyetlere mazhar buyurmasına abîdane tazarru ve niyazlarda bulunmaktayım.

Bu bîçare ve isyankârdan çok dua beklediğinizi emir buyuruyorsunuz. Ben o dergâh-ı âlîye ancak bir nevi i’cazının izharına Fahrü’l-âlemîn, Habib-i Rabbü’l-âlemîn, Seyyidü’l-mürselîn sallallahu teâlâ