Şu üç hakikate mukabil gelecek hangi hakikat var? Kimin haddine düşmüş ki bunları taklit etsin. Evet, nasıl ki bu tarz-ı ifade sun’î olamaz, öyle de taklit edilmez. Evet, kimin haddine düşmüş ki hadsiz derece haddinden tecavüz edip Hâlık-ı kâinat’ı bu surette konuştursun.

İkinci Nükte: Kur’an-ı Hakîm’in umum sahifeleri âhirinde âyetler tamam oluyor, güzel bir kafiye ile nihayetleri hitam bulması hem lafzullah yaprağın iki sahifesinde veya karşı karşıya iki sahifesinde veya yakın sahifelerde ekseriya ya muvafakat-ı adediye veya münasebet-i adediye bulunması, bir emare-i i’cazdır. Ve bunun sırrı şudur ki:

Âyâtın en büyüğü olan “Müdâyene” âyeti, sahifeleri için ve Sure-i İhlas ve Kevser satırları için bir vâhid-i kıyasî ittihaz edildiğinden Kur’an-ı Hakîm’in bu güzel meziyeti ve i’caz alâmeti görülmektedir. Demek bu hüner Kur’an’ındır. Yoksa Hâfız Osman gibi zatların değil. Çünkü bu vaziyet, âyetinden ve suresinden neş’et etmiştir.

Sâlisen: Mektubunuzdan anladım ki sana gönderilen risaleleri kendin için istinsah ediyorsun, aslını Abdülmecid’e veriyorsun.

Aziz kardeşim, çendan Abdülmecid benim nesebî kardeşim ve yirmi sene talebemdir. Fakat ne o ve ne hiçbirisi benim Hulusi’me yetişmiyor. O mektublar –ekseriyet-i mutlaka– senin namınla yazılmış ve sana gönderiliyor. Abdülmecid ikinci derecede, kendine istinsah etmek veya mütalaa etmek için onu da teşrik et diye bir mektubda demiştim. Fakat eğer sen, o kardeşini kendi nefsine tercih edersen ve ona zahmet vermemek için zahmet çeksen ona karışmam. Senin peder ve validene ve Fethi gibi arkadaşlarına ve senin eski hocalarına selâm ve dua ederim, dualarını isterim.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Kardeşiniz

Said Nursî

21 ramazan-ı şerif

(Abdülmecid’e yazılan mektubu, senin mektubunun içine koydum, ona gönderiniz.)

***