Ve bilhassa Yirmi Sekizinci Mektub’un Yedinci ve Sekizinci Meselelerinde, hizmetimizin makbuliyeti ve rıza-i İlahî dâhilinde olduğu pek açık bir lisanla yazılması, âciz talebenizi de dilşâd etmiş bulunuyor. Sevgili üstadım, Allah sizden ebeden razı olsun.

Hüsrev

***

Ey aziz Üstad!

Bu defa yazmaya muvaffak olduğum üç mevkıftan mürekkeb Otuz İkinci Söz’ü bera-yı tashih takdim ediyorum. İşbu kitabın, nazar-ı âcizîde giran-baha bir hazine olduğunu yazmaya bilmem lüzum var mı? Dünyanın ölçülmek imkânı olmadığını söyleyen zat ve fikr-i beşerin nâmahdud bir arazi olduğunu iddia eden adam ne doğru söylemişler. Bu noktada fikrim, gittikçe inkişaf eden efkârımın ve dar muhayyilemin genişlemesinden mütevellid bir fikirdir. Dünyanın ölçülmez bir boşluk olduğunu ve fikr-i beşerin nâmahdud olduğunu izah maksadına müstenid değildir.

Demek ki her risaleden ruhum ayrı ayrı gıdasını alıyor. Otuz İkinci Söz’ün kalbime ve ruhuma bahşettiği safa-yı sermedî ve câvidanî değil mi ki bu uzun mektubumla mesruriyetimi izhar için sizi taciz etmeme bâdî oluyor. Hülâsa tatlı bir sermestî içinde hayatımdan memnunum. İnşâallah duanız himmetiyle, böyle meşru bir sermestî içinde hayat-ı ebediyeye vâsıl olacağım inşâallah.

Ahmed Zekâi

***

(Hüsrev’in bir fıkrasıdır.)

Çok muhterem, sevgili Üstadım!

Yirmi Dokuzuncu Mektub’un Üçüncü Kısmını okuduk. Mektub münderecatı hepimizi şevke getirmiş, sevinçle her tarafımızı doldurmuştu. Kur’an-ı Hakîm’in bazı âyâtından çıkan kıvılcımlarıyla bir taraftan aklı gözlerine inmiş olan maddiyyunlar ve emsali tabakasına karşı, Mektubatü’n-Nur ve Risalatü’n-Nur ile meydan okuyarak onların kafalarına hakikat tokmaklarını vurmakta ve diğer taraftan onların kalplerini pek parlak feyizleriyle doldurmaktadır.

On sekiz bin değil, sevgili Üstadımın buyurdukları gibi yirmi sekiz bin âleme bakan o büyük Furkan-ı İlahî’nin, bugünkü asırdan