Vahdetü’l-vücud meşrebine sebebiyet veren aşkın envaından en mühim sebep, aşk-ı dünyadır. Mecazî olan aşk-ı dünya, aşk-ı hakikiye inkılab ettiği zaman, vahdetü’l-vücuda inkılab eder. Nasıl ki insandan şahsî bir mahbubu, muhabbet-i mecazî ile seven sonra zeval ve fenasını kalbine yerleştirmeyen bir âşık, mahbubuna aşk-ı hakiki ile bir beka kazandırmak için Mabud ve Mahbub-u Hakiki’nin bir âyine-i cemalidir diye kendini teselli eder, bir hakikate yapışır.

Öyle de koca dünyayı ve kâinatı heyet-i mecmuasıyla mahbub ittihaz eden, sonra o muhabbet-i acibe, daimî zeval ve firak kamçılarıyla muhabbet-i hakikiye inkılab ettiği vakit, o çok büyük mahbubunu zeval ve firaktan kurtarmak için vahdetü’l-vücud meşrebine iltica eder.

Eğer gayet yüksek ve kuvvetli iman sahibi ise Muhyiddin-i Arabî’nin emsali gibi zatlara zevkli, nurani, makbul bir mertebe olur. Yoksa vartalara düşmek, maddiyata girmek, esbabda boğulmak ihtimali var. Vahdetü’ş-şuhud ise o zararsızdır. Ehl-i sahvın da yüksek bir meşrebidir.

اَللّٰهُمَّ اَرِنَا الْحَقَّ حَقًّا وَارْزُقْنَا اِتِّبَاعَهُ

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ

Kardeşiniz

Said Nursî

***

(Yirmi İkinci Mektub’un Hâtime’sindeki bahse bir zeyldir.)

اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخٖيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ ... الخ

Gıybet, şu âyetin kat’î hükmüyle nazar-ı Kur’an’da gayet menfur ve ehl-i gıybet gayet fena ve alçaktırlar. Gıybetin en fena ve en şenîi ve en zalimane kısmı, kazf-ı muhsanat nev’idir. Yani gözüyle görmüş dört şahidi gösteremeyen bir insan, bir erkek veya kadın hakkında zina isnad etmek; en şenî bir günah-ı kebair ve en zalimane bir cinayettir, hayat-ı içtimaiye-i ehl-i imanı zehirlendirir bir hıyanettir, mesud bir ailenin hayatını mahveden bir gadirdir.