vasıtasıyla teskin ettiğine, yüz binler hamd ve şükreyledim ve edeceğim.

Mübarek sözlerinizde öyle kudsî feyizler var ki sanki talebenizin –alâka ile mütalaa eden veya istima’ eyleyenleri– elinden tutuyor; bak bu, bu manaya delâlet eder, şu şunun içindir, bundaki maksat ve gaye ve hikmetler şunlardır, gel daha yukarı gidelim, daha ilerleyelim diye menbadan menbaa, etekten tepeye, izden yola, hakikatten marifete götürüyor, çıkarıyor, ziyaret ettiriyor, istifade ve istifaza ettiriyorsunuz.

Bu defa bu seyr ile şükür nehrinin menbaına, şükür dağının tepesine, şükür çığırının şehrahına, şükr-ü mutlaktaki hakikatle marifete götürüyor ve mebdede olduğu gibi müntehada “Der tarîk-ı acz-mendî lâzım âmed çâr çîz; acz-i mutlak, fakr-ı mutlak, şevk-i mutlak, şükr-ü mutlak ey aziz” buyuruyorsunuz. Biz de “Fehimtü ve sadakte” diyerek mukabele ediyoruz. Dua ve salavat ile bu kudsî seyahate nihayet veriyorsunuz.

İbraz buyurduğunuz pek âlî şefkatten yüz bulan muhtaç ve âciz talebeniz, üstadının nazarını başka tarafa çevirecek bir suale cüret eylediği için “Gel haydi! Harem-i Şerif’e girelim. Oranın bugünkü halini ve esbabını biraz anlatayım.” demek nevinden olan Yirmi Sekizinci Mektub’un Altıncı Mesele’sini de okudum. Çok istifade ettim. Allah sizden razı olsun.

Hulusi

***

(Hulusi Bey’in fıkrasıdır.)

Bu defa lütuf ve inayet buyurulan, Yirmi Sekizinci Mektub’un Yedinci Mesele’sini hürmetle aldım. Tazimle ve defaatle mütalaa ettim. Ayrıca bir defa yeni talebeniz Hâfız Ömer Efendi’ye ve bir defa pederim ve eski hocalarımdan İbrahim Efendi ve bir dostumuza ve bir defa da Fethi Bey’e okudum. İnşâallah yine okur ve okuttururum.

Bu mübarek mektubunuzla başta şu bîçare olduğu halde, dinleyenlerin ahval-i ahîre dolayısıyla kalplerinde hasıl olan manevî yaraya çok mükemmel ve münasip bir merhem vurdunuz.

لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ nass-ı celilini hatırlatarak, Allah’ın lütfuna ve Habib-i Ekreminin (asm) ruhaniyetine, Kur’an-ı Azîmüşşan’ın