lüzumu… Halbuki gönderilecek o mübarek merkezler, şimdilik Nurlara hakiki ihtiyacını değil belki âlem-i İslâm’ın hayat-ı dünyasına ait cihetleri düşünmeye mecbur olması…

Hem Nur mesleğinde benlik ve gösteriş, bir nevi şöhret-perestlik merdud olduğundan, bu enaniyet zamanında insanlara kendini satmaya çalışmak ve beğendirmek, bir anda Nur şakirdleri böyle büyük bir imtiyaz gibi bu eserlerle meşhur mevkilere kendilerini göstermek bir nevi gösteriş olması cihetiyle, Kader-i İlahî Nur şakirdlerini tam ihlasın muhafazası için şimdilik müsaade etmiyor.

Hâmisen: Kahraman ve sadakatte hiç sarsılmadan ve kardeşiyle, masum evlatlarıyla ve az zamanda pek çok kıymettar hizmet eden Süleyman Rüşdü’nün dünyada, âhirette Cenab-ı Hak onu manevî ve maddî ticaretinde daima onu ihsanına mazhar eylesin, âmin!

Sadisen: “Hüve Nüktesi” pek ince, gerçi çok mücmel ve muhtasar olmuş fakat herkes ondan pek kuvvetli bir nur-u imanî hissedebilir diye size gönderildi. Fakat o nüktenin âhirlerinde “Her zerre, cezbedarane hal diliyle لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ۞ قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ deyip gezer.” cümlesine “hal diliyle ve mezkûr hakikatin şehadeti ve lisanıyla” kelimeleri ilâve edilecek.

Bu “Hüve Nüktesi” ile Yirmi Dokuzuncu Mektub’un Beşinci Kısmı olan اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ âyeti münasebetiyle bir seyahat-i hayaliye ve yine Yirmi Dokuzuncu Mektub’un Birinci Kısmı’nda yalnız “Nun-u Na’büdü” kapısıyla cemaat sırrını gösteren seyahat-i hayaliye dahi beraber Sikke-i Gaybiye’nin âhirine veyahut münasip gördüğünüz yere konulsun. Eğer “İnayat” Sikke-i Gaybiye’ye konulmamış ise onun da bir hülâsasını dercedilmesini size havale ediyorum.

***