Aziz, sıddık kardeşlerim!

“İhlas” ve mektubların suretlerinin hafiyeler tarafından alınması sizi müteessir etmesin. Zaten o mektubları ve “İhlas” ve İhbar-ı Aleviye’yi onlara okutmak, Risale-i Nur hesabına ve fütuhatına lâzım idi. Hem bu hâdise zamanında İstanbul’da Bolşevizm aleyhindeki nümayiş hâdisesi, Risale-i Nur’a karşı perde altında hücum eden iki kuvvet birbirine vaziyet almaya başladığı cihetle, Risale-i Nur fütuhatına büyük bir vesiledir. Muvakkat bize karşı bazı ilişmeler olsa da hiç ehemmiyeti yok. Çünkü Bolşevizm’in, Müslümanlar içinde anarşilik mahiyetinde küfr-ü mutlak ve fikr-i tabiatla yerleştirilmesine mukabil ancak ve ancak Risale-i Nur’un fevkalâde kuvvetli hakikatleri çıkabilmesinden, milliyet-perver ve vatan-perver ve siyasetçiler ve dindarlar, Risale-i Nur’un arkasına girmeye ve onunla barışmaya ve onunla siper almaya bir yol açılıyor nazarıyla bakıyoruz.

Said Nursî

***

Afyon Emniyet Müdürlüğüne,

Zatınızı tanımadan bir defa gördüğüm vakit insaflı ve adaletli gördüğümden herkesten evvel alâkadar olduğun bir hakikati size beyan ediyorum. O hakikati alâkadar makamata vazifeniz itibarıyla bildirmeyi size bırakıyorum. O hakikat de şudur:

Benim şimdiki vaziyetim, tarihte emsali yoktur. Her şeyden tecrid-i mutlak içinde, herkesten hattâ camideki cemaat adamlarından ve temastan memnû olduğum halde; ihtiyarlık, hastalık, yoksulluk içinde birden kalbime geldi ki:

Madem ben de bu vatanın bir evladıyım, bu vatanın saadetine hizmet etmek benim için farzdır. Maddî cihette elimden hiçbir şey gelmiyor. Yalnız Kur’an’dan anladığım ve kaleme aldığım Meyve Risalesi ile Hüccetullahi’l-Bâliğa’yı yeni hurufla tabetmek için bazı kardeşlerime izin verdim.

O iki risaleyi iki seneye yakın alâkadar Ankara makamatı ve ehl-i vukufu hem Denizli Mahkemesi tetkikten sonra mûcib-i mes’uliyet hiçbir şey bulamayarak bize resmen teslim ettiler. Hem cevap gönderdim ki sansüre ve büyük muharrirlere göstersinler, sonra tabetsinler.