Hem benim hakkımda musibet ve fena haberleri aldığı vakit, merhum pederim Mirza (rh) gibi olsun, merhume validem Nuriye (rh) gibi olmasın. Çünkü eski zamanda, dağdağalı hayatımda hakkımda acib havadisler peder ve valideme ihbar ediliyordu. “Sizin oğlunuz öldü veya vuruldu veya hapse girdi.” gibi fena haberleri babam işittikçe keyifleniyordu, gülüyordu. Derdi: “Mâşâallah, oğlum yine bir ehemmiyetli iş, bir kahramanlık göstermiştir ki herkes ondan bahsediyor.” Validem ise onun süruruna karşı şiddetle ağlıyordu. Sonra zaman, babamın haklı olduğunu çok defa gösteriyordu.

Sâlisen: Lütfü’nün sebatkâr ve pek ciddi vârisi Abdullah Çavuş ve İslâmköylü merhum Hâfız Ali’nin şakird ve vârislerinden Mustafa’nın mektublarını umum Nur Fabrikasının kahramanları hesabına kabul ettim. Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn’e hadsiz şükür olsun ki o köyleri de Sava ve Kuleönü gibi bir medrese-i Nuriye hükmüne getirmiş.

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Sizin bu defa müteaddid mektublarınıza, rahatsızlık mecburiyetiyle, bir tek mektubla iktifa ediyorum.

Evvela: Risale-i Nur’un kahramanı Hüsrev, benim bedelime ölmek ve benim yerimde hasta olmak samimi ve ciddi istiyor. Ben de derim: Telif zamanı değil, şimdi neşir zamanıdır. Senin yazın, benim yazımdan ne derece ziyade ve neşre faydalı ise hayatın dahi hizmet-i Nuriyede benim bu azaplı hayatımdan o derece faydalıdır. Eğer benim elimden gelseydi hayatımdan ve sıhhatimden size memnuniyetle verirdim.

Sâniyen: Şehit merhum Hâfız Ali’nin tam bir vârisi Hasan Feyzi’nin, Denizli hesabına ve o civarda ciddi kardeşlerimizin namına yazdığı parlak kaside ve dördüncü şehnamesi ve orada dahi şakirdlerin faaliyetle Nur’a çalışmaları; benim zehirli, şiddetli hastalığıma bir merhem oldu. Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn’e hadsiz şükür olsun, Denizli’yi ikinci bir Isparta ve büyük bir İslâmköyü yapıyor.

Evet hâkim-i âdil, Muharrem ve Feyzi ve Hâfız Mustafa, bir iki senede, yirmi sene kadar hizmet-i Nuriyeyi yaptılar; Nur’un şakirdlerini